Emekçinin çilesi bitmek bilmiyor

Emekçinin çilesi bitmek bilmiyor
Emekçiler, 1 Mayıs’ı bir yandan sendikalaşmanın önündeki engeller diğer yandan grev yasakları ve iş cinayetleri ile karşılıyor

İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliğinin (İHKİB) verilerine göre tekstil ve hazır giyim sektörü, otomotiv ve kimyevi maddelerin ardından Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı 3. sektör konumunda. Türkiye tekstil ve hazır giyim ihracatında dünya çapında 7. sırada yer alıyor, Avrupa ülkeleri pazarında ise Çin ve Bangladeş’in ardından 3. sırada bulunuyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) verileri Türkiye’de tekstil, dokuma, hazır ve deri iş kolunda çalışan 1 milyon 200 binin üzerinde kayıtlı işçi olduğunu söylüyor. Bu işçilerin yalnız 110 bin kadarı sendikalı olarak çalışıyor, sendikalı olup toplu iş sözleşmesi yapabilen işçi sayısı ise çok daha az.
Bu tablo tekstil dokuma ve hazır giyim iş kolunda çalışan işçilerin ücretlerine de yansıyor. Toplu iş sözleşmesi yapabilmiş birkaç büyük işletmeyi dışarıda tutarsak bugün tekstil işçilerinin büyük çoğunluğu asgari ücretin çok az üzerinde ücretlerle çalıştırılıyor. İstanbul’un işçi semtlerindeki merdiven altı denebilecek depodan bozma atölyelerde ise durum çok daha vahim. Büyük firmalara fason işler yapan bu atölyelerde ücretler düşük, sigortasız ve güvencesiz çalıştırma yaygın. Göçmen ve çocuk emeği ise ucuz iş gücü olarak kullanılıyor.

Emekliyim ama çalışıyorum


Tekstil işçileri 2024 1 Mayıs’ına giderken beraberinde götürdükleri sorunlarını anlatıyor. Çocuk yaşta adımını attığı tekstil iş kolunda 30. senesine yaklaşan Ercan, küçük tekstil atölyelerinden geldiğini, bugün daha büyük bir tekstil firmasında çalıştığını, bu nedenle ücretinin atölyelere kıyasla biraz daha iyi olduğunu söylüyor: “Küçük atölyelerde asgari ücrete çalıştıran da var, 300-500 lira fazlasını veren de. Bizim ücretlerimiz yan haklarımızla beraber 24-25 bin lira civarında. Elbette bu ücretler yetmiyor, emekli olmama rağmen çalışmak zorundayım. Emekli maaşı ve iş yerinden aldığım ücretle ancak ay sonunu denkleştirebiliyorum. Sendikalı ve toplu iş sözleşmesi yapabilmiş iş yerlerinde ücretlerin 28-29 bin liraya kadar çıkabildiğini biliyoruz.”

Değişim öncelikli talep olmalı

Patronların “İstanbul’da işçi maliyeti çok fazla, Anadolu’da daha fazla kâr edebiliriz” tehditleri altında çalıştıklarını söyleyen Ercan, “Kapitalistler daha fazla kâr edebilecekleri alanlar arıyorlar. Bizim bunlara karşı bir arada, yan yana olmamız gerekiyor. Bunun araçlarından biri ise kuşkusuz sendikalardır. Ancak tekstil iş kolundan yüzde 1’lik sendika barajını aşabilmiş sendikaların tutumları içler acısı ve sınıf sendikacılığından çok uzaklar. Mücadeleci sendikaların ise baraj altında kaldığını görüyoruz. Her şeye rağmen bağımsız ve baraj altı olmasına rağmen tekstil işçilerinin önemli kazanımlar elde etmesinde önayak olan BİRTEK-SEN’in hakkını vermek gerekiyor. Sendikalar yasasının değişmesi, barajın ortadan kalkması, işçilerin istedikleri sendikada özgürce örgütlenebilmesinin önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor. Bu biz tekstil işçilerinin öncelikli talebi olmalıdır” diyor.

Sendikalar 1 Mayıs'a hazırlanmalı

Yaklaşan 1 Mayıs’a ilişkin çalıştığı fabrikadan yaptığı gözlemlerle süreci yorumlayan Ercan şunları söylüyor: “Yıllar sonra Taksim’de 1 Mayıs kutlanmasının tartışılması bu tartışmaya DİSK’in dahil olması elbette önemlidir ancak bunun yeterli olduğunu düşünmüyorum. Sendikanın asli görevi 1 Mayıs için yer tayin etmek değil işçileri 1 Mayıs’a hazırlamaktır. Bugün bulunduğum çevreden yorumladığımda sendikaların bu konuda çok zayıf olduğunu söylemem gerekiyor. Elbette ben 1 Mayıs yaklaştığı için heyecanlıyım ancak 350-400 işçinin çalıştığı fabrikada böyle sadece birkaç işçi var. Geri kalan işçiler 1 Mayıs’ı izin günü ya da herhangi bir gün olarak görüyor. Elbette bu sene de en kalabalık ortak çağrı nereye yapılacaksa oraya gideceğiz ancak fabrikamızdan kortejlerle çıkıp gelemeyeceğiz. Bunu örgütleyecek olan, işçilere 1 Mayıs’ı, sınıf bilincini anlatacak olan sendikaların ta kendisidir.”

Sektör işçisi kan ağlıyor

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre 2024 yılı ilk çeyreğinde Türkiye 44.4 milyar dolar değerinde sanayi ihracatı yaptı. Türkiye’nin toplam ihracatı içerisindeki payı yüzde 70’in üzerinde olan sanayi sektörünün alt kolları arasında yer alan otomotiv sektörü yılın ilk çeyreğinde 9.1 milyar dolarlık ihracata imza attı. Ayrıca otomotiv sektörü yılın ilk çeyreğinde yüzde 6.1 ihracat artışı gerçekleştirdi. Bu ihracat rakamlarına erişecek üretimi yapan işçilerin büyük çoğunluğu metal sektöründe çalışıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ocak ayı verilerine göre metal sektöründe kayıtlı 1 milyon 976 bin işçi çalışıyor. Bu işçilerin ancak yüzde 19’u metal iş kolunda faaliyet yürüten sendikalarda örgütlü. Ağırlıklı olarak Türk Metal, Birleşik Metal-İş ve Öz Çelik-İş’te örgütlenen işçiler yakın geçmişte MESS grup toplu sözleşmesi imzaladı. Bu sözleşmeyle ortalama ücretleri 30 bin lira seviyesine çıkan işçiler, ücretlerini metal işçilerinin geçmişte aldığı ücretlerle ve alım gücüyle kıyasladıklarında yarı yarıyadan fazla eridiğini ve gelecek kurmakta güçlük çektiklerini söylüyor.

Ücretler vergiye gidiyor

Türkiye’deki en büyük otomotiv fabrikalarından birinde çalışan genç bir işçi, ücret ortalamasının türlü oyunlarla aşağıya çekildiğini, eski ve yeni işçilerin farklı gerekçelerle birbirlerini suçladıklarını söylüyor. 8 senedir çalıştığı fabrikada her şey dahil ücretinin 28 bin liraya denk geldiğini söyleyen işçi, “Önümüzdeki ay yine 28 bin mi alacağım bilmiyorum, ücretlerimizin yüksekmiş gibi gösterilmesi işçileri aldatıyor, bunu da başta sendikacılar yapıyor. Sözleşme sürecinde allana pullana duyurulan sözleşmenin varı yoğu daha yılın ikinci ayında gelir vergisine gitmeye başladı. Artış beklediğimiz ayda ücretler bir önceki aydan düşük yatıyor. Gel gelelim eski metal işçisinin ücretlerinden de söz etmek mümkün değil. Ağır iş kolunda çalışıyoruz, bu işin sonunda meslek hastalığı var. Ancak ev geçindiren işçiler aylıklarını ucu ucuna yettiriyor. Eskiler anlatıyor, evini alanlar, altına arabasını çekenler var, şimdi hayalini bile kuramıyoruz” diyor.
Daha genç olan metal işçileri ise saat ücretlerinin düşmesini EYT’li işçilere bağlıyor. Metal işçisi, “Bu düşünce yan yana gelmemizi de zorlaştırıyor. Genç işçi EYT’li olanı tuzu kuru olarak görüyor, öbürü genç için kendini riske atmak istemiyor. Bu yüzden ortak hareket etmemiz zorlaşıyor, oysa hepimiz her ay ne alacağımızı bilmeden, yoksulluk sınırının altında ücretlere çalıştırılıyoruz” diyor.

Kamu işçisinin de hali kötü

Türkiye’de seneler içerisinde kamu işçisi sayısı eridi. Bugün kamuda 700 bin civarında işçi var. Özellikle AKP iktidarı döneminde kamuda taşeronlaştırma yaygınlaştı. Böylelikle kamuda çalışan daimi işçilerin üretimdeki gücü zayıflatıldı. Ancak bugün hâlâ daimi kamu işçilerinin çoğunlukta olduğu kamu işletmeleri var. Birkaç ay önce ek zam, seyyanen zam talepleriyle Eskişehir ve Sakarya’da bulunan TÜRASAŞ işletmelerinde çalışan Demiryol-İş üyesi işçiler, iş bırakma eylemleri yaptı. Yine Harb-İş üyesi işçiler iş yavaşlatmadan Ankara’ya gitmeye kadar bir dizi eylem yaptı. Eylemler Türkiye’de birçok kamu işletmesine yayıldı. İşçiler üyesi oldukları Türk-İş’e bağlı sendikaların yöneticilerini yaptıkları eylemlerle karşılarına aldı.

Ücretlerde ciddi erime var


Bugün kamuda çalışan 10 yıllık bir işçinin her şey dahil aldığı ücret 27-28 bin lira civarında. 15 yıllık işçi ortalama 30 bin lira, 35 yıllık işçi 36-37 bin lira ücret alıyor. 13 yıllık bir kamu işçisi işe girdiği ilk yıllarda asgari ücretin tam iki katı ücret aldıklarını, bugün aldıkları ücretin ise asgari ücretin 1.5 katı olduğunu söylüyor. Alım güçlerindeki düşüşün, oranların söylediğinden de da fazla olduğunu vurgulayan kamu işçisi şöyle devam ediyor: “Kamu işçisinin birikim yapma, bir dikili ağaç bırakma şansı kalmadı. Önceden ne aldı, ne yaptıysa o. Bugün aldığımız ücret ancak evimizin, ailemizin ihtiyaçlarına, yani yaşamı devam ettirebilmeye yetiyor. Bunu dahi borçla yapıyoruz. Kredi kartlarının hepsi patlak, kamu işçileri borçlu… Eskiden kamuda çalışıyor olmanın bir forsu vardı. İşçi kız istemeye gittiğinde önce bir ‘ooo’ çekiyorlardı, kamu işçisi kız istemeye gelmiş diyorlardı. Şimdi neyin var senin diye soruyorlar. Genç işçiler var, ellerinde hiçbir şeyleri yok, ne birikim ne bir şey. Gelecek kuramıyorlar yani. Eskiden iki sene çalışan kamu işçisi evlenebilecek kadar para biriktirebiliyordu. Şimdi bunlar hayal genç işçiler için.”

1 Mayıs'tan vazgeçmeyiz

Türk-İş’in 1 Mayıs için Bursa’ya çağrı yaptığını hatırlatan işçi, “1 Mayıs’a vergide adalet ve ücretlerin iyileştirilmesi sloganıyla gideceklerini söylüyorlar. Söylemekte bir şey yok, asıl olan bunu işçilerle beraber söyleyebilmek. Kamu işçilerinin aylar öncesinde gündemi tam olarak buydu. Ergün Atalay’ın karşısına da bu taleplerle çıktık ancak sendikacılar önümüze bariyer çekti. Şimdi bu taleplerle 1 Mayıs’a gittiklerini söylüyorlar. Dün eylem yapan kamu işçilerinin 1 Mayıs’a ücret talepleriyle gitmeleri gerekiyor. Birkaç ay önce istediklerimizi daha gür sesle dillendirme zamanıdır 1 Mayıs” diyor. Ayrıca 1 Mayıs’ın kamu işçileri arasında gerektiği gibi tartışılmadığından yakınan işçi, “Bugün işçiler 1 Mayıs gününü iş olsa da fazla mesai yapsak diye görüyor. Bundan 3-5 sene önce tatil günü olarak görüyordu, daha da geriye gittiğimiz çok açık. Elbette işçinin hatalı bir bakışı var ancak tek suçlu o değil. Ben 15 yılda bir tane sendikacının fabrikalara girip 1 Mayıs’a

dair eğitimler yaptığını, etkinlikler düzenlediğini görmedim. Biz öncü işçiler bunu anlatmaktan yılmamalıyız. Kimi sendikacılar bu şekilde ‘1 Mayıs belasından’ kurtulmayı deniyorlar ama biz işçilere 1 Mayıs’ı ve önemini anlatmaktan vazgeçmemeliyiz” diyor.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.