Diktatör; emir veren, dikte ettiren, elinde mutlak ve sınırsız bir otoriteye sahip olan yöneticilere verilen tanım.
Günümüzde ise bu tanım daha çok muhalefeti bastıran, ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve yetkilerini kötüye kullanan liderler için kullanılmaktadır.
Son günlerde bir kesim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için bu kelimeyi kullanırken, diğer bir kesim de Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk için aynı kelimeyi kullanmaktan çekinmiyor.
*
Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu, geçtiğimiz gün bir etkinlikte yaptığı konuşmada; “1923- 1950 yılları arasında bu ülkede diktatörlük vardı” demiş.
Bu söz kim içindir.
Büyük bir ihtimal ile Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü için söylenmiştir.
Peki, bugün Atatürk yaşasaydı ve bir ilçe belediye başkanı kendisine bu ithamda, bu eleştiride bulunsaydı, o kişiye ne yapardı dersiniz?
Tamam belki bugün hayatta yok yok ama Atatürk'ün hayatta olduğu dönemde kendisine eleştirenlere karşı neler yaptığına dair birçok örnek var.
İşte onlardan birisi...
*
Atatürk'ün sofrayı terk ettiği gece. Bu sofra sahnesi pek çok tanığın anılarında vardır:
1931 sonbaharıydı. O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet'in bir yakınmasıyla başladı.
Esat Mehmet, ‘kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun görmediğini’ belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söyledi.
Bunun üzerine 30 yaşında milletvekili olmuş ve Atatürk'ün sofrasına oturmuş Dr. Reşit Galip söz alarak; "Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi. Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar. İnkılaplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, Batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz” dedi.
Sofra gerildi. Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmadı.
"Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız" dedi. Ama Reşit Galip alttan almadı.
"Af buyurunuz Paşam! Bu, inkılap ve zihniyet meselesidir. Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inkılapları zedeleyeceği icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez."
Atatürk'ün kaşları çatıldı. "Sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz" diye çıkıştı.
Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti. Ama Reşit Galip bulutların üstüne gitti. 57 yaşındaki Milli Eğitim Bakanı'nı işaret ederek dedi ki:
"Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis'te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır."
Atatürk yeniden uyarma gereği duydu:
"Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması sence bir değer taşımıyor mu?"
"Kusura bakma Paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır."
Bunun üzerine Gazi'nin sabrı taştı:
"Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı'na hakaret etmenize müsaade edemem" diye haşladı.
Ama Reşit Galip sineceği yerde hepten üste çıktı:
"Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir'a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz."
İlk kez Atatürk'ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu.
*
Reşit Galip'in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu'nda, Rus karı-kocanın işlettiği bir barın adıydı. Atatürk bir gece oraya gitmiş, mekanın sahibi Madam Senya'dan "İş Bankası'ndan kredi alamıyoruz" yakınmasını dinlemiş ve orada bir kağıda İş Bankası Genel Müdürü'ne hitaben "yardımcı olunması" isteğini yazmış, Rus çifte vermişti.
Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu.
Atatürk bu kez kızmadı; "Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin" diyerek kibarca Reşit Galip'i sofradan kovdu.
Ama genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktu. Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak çıkışını o an yaptı:
"Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır."
Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere dönüp "Öyleyse biz kalkalım" dedi.
Sofradaki bütün heyet ayaklandı; Reşit Galip'i sofrada yapayalnız bırakıp çıktılar.
*
Sonra neler oldu?
Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir:
Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı'nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir.
Atatürk uyandığında Genel Sekreteri'ne Reşit Galip'i sorar.
"Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara'ya gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik" derler.
Atatürk "Ankara'ya gidecek adama 25 lira mı verilir. Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz" der.
Sonra "Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var" diye ekler.
*
Atatürk birkaç gün sonra Reşit Galip'i yeniden sofraya davet eder.
Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder.
Onun yanına da, hocası Esat Mehmet'i oturtur.
Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı'nın 39 yaşındaki Reşit Galip olduğunu açıklar.
*
Buna benzer o kadar yaşanmış hikaye var ki. Bu onlardan sadece birisi ve ben biraz kısa özetleyerek yazdım.
Ve Atatürk kendisine 'Siz diktatör müsünüz' diye soran İtalyan gazeteciye; diktatör olsam bu soruyu bana soramazdın' dediği gibi, şu açıklamayı da yapmış; "ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar. Evet bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim."
Evet Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları kısa sürede o kadar başarıya imza attılar ki insan bazen bu kahramanlara diktatör gibi yakıştırmada bulunanlara kızmak bile istemiyor.
*
Atatürk ve arkadaşlarının kısa sürede neler yaptığını, neler başardıklarını bizler değil tüm dünya biliyor.
Tüm dünya Mustafa Kemal Atatürk'ü 100 yılın lideri olarak kabul ediyor.
Bırakalım bunlarıda keşke her cumhurbaşkanımız, başbakanımız, kahramanlarımız benzer hizmetler ve devrimler yapsa da varsın onlara da diktatör desinler.
Ve bana göre diktatör lider ile diktatör olmayan lider arasındaki en belirgin ayrıntı, birisi kendisini eleştirenleri (haklı eleştiri olduğu zaman) ödüllendirir, diğeri cezalandırır.
İnanın bana Mustafa Kemal Atatürk bugün yaşasaydı, kendisine diktatör yakıştırmasında bulunan Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu'nu kesin ödüllendiridi....
Atatürk yaşasaydı Kadıoğlu'nu ödüllendirirdi!
.