Her ne kadar her insan kendisini her şeyin üstesinden gelecek güçte görse de bazen karşınıza çok basit gibi çıkan durumların üstesinden gelmek işinizi o kadar zorlaştırıyor ki.
Hani gece sabaha kadar değirmende çuval taşıyayım ama bu sorunla karşı karşıya kalmayayım diye feryat edersiniz.
Yazarı takip edenleriniz bilir.
Hep derim ya; bu dünyaya ya beşyüzyıl erken geldim ya da beşyüz yıl geç kaldım diye.
*
Hadi buyurun şimdi buradan yakın.
Dün bir müzik parçası, bir tını, bir melodi, bir gıdım tın tın duymak için fellik fellik radyo istasyonu arardık, frekans çekmezdi.
Televizyonlar daha icad edilmemişti.
Elektrik bir var bir yoktu.
Telefon zaten yoktu.
Mektup yazardık ama her yazdığımızı gönderemezdik.
Günlerce çekmecelerde dururdu, şehre giden denk geldiğinde belki gönderirdik.
Mektup adresine ulaştı mı, ulaşmadı mı bilemeden.
Günlerce, aylarca hatta yıllarca cevap beklerdik.
*
Şimdi dünyanın bir ucundaki kişiye, görüntülü, anlık, sanlık, fanlık ve de neredeyse dokunmalık ulaşıyoruz.
Hangi müzik parçasını, hangi filmi, hangi kitabı, hangi eseri, hangi bilmem neyi istiyorsak, tak diye anlık elimizin altında.
Emrimizde.
Kulağımızda.
Masamızda.
Cebimizde.
Spor mu istedin.
Buyur sana her yer spor alanı.
Havuz.
Deniz olmasa da göl var.
Olmadı yapay göl var.
Eylence mi istiyorsun.
Gırla, yığınla dolu.
Yemek kaç çeşit istersen.
Üstelik artık yiyemediğimiz için değil, bilakis fazla yediğimiz için şikayetçiyiz.
Veya yemek bulamadığımız için değil, fazlaca bulduğumuz için memnuniyetsiziz.
*
Evet, kelimelerimiz çoğaldı, ama bir birimizi anlamakta ve anlaşılmakta eskiye nazaran daha çok zorlanıyoruz.
Evet, hergün yasalar çıkarıyoruz fakat; adalet dağıtmakta zorlanıyoruz.
Evet, özgürüz, her yerde her şeyi konuşuyoruz, anlatıyoruz, fakat gevezeliğimizle kalıp bir türlü anlaşılamıyoruz.
Evet, yürüyoruz, koşuyoruz, son model arabalarımız var, uçaklarımız, gemilerimiz, jetlerimiz var ama bir türlü ilerleyemiyoruz.
Hani teknolojide ne kadar ilerlendiyse, insanlıkta o kadar geri kaldık dersek, sanırım kimse bu teze itiraz etmez.
*
Bütün bunları neden mi yazdım.
Geçtiğimiz günlerde Dünya Sağlık Örgütü, yeni "Yaş Dilimi Listesini" bu şekilde açıkladı:
0-17 yaş arası: Ergen.
18-65 yaş arası: Genç.
66-79 yaş arası: Orta yaş.
80-99 yaş arası: Yaşlı.
Şu açıklamaya bakar mısınız Allah aşkına.
Neymiş seksen yaşın öncesi genç veya orta yaş olarak algılanabilirmiş.
*
Arkadaş biz daha yirmilere kadar ergenliği öğrenemedik.
Otuzumuzda gençlik nedir yaşayamadık.
Ellilerimizde, altmışlarımızda yaşlandık.
Seksenimizde, doksanımızda nasıl yaşayacağız.
Nerede yaşayacağız.
Kimlerle yaşayacağız.
*
Bakın 16.yy'da yaşamış, İngiliz şair George Herbert'in çocukluğumdan hatırladığım bir sözü geldi aklıma; “Yirmi yaşında yakışıklı, otuz yaşında güçlü, kırk yaşında zengin, elli yaşında akıllı olmayan insan, hiçbir zaman yakışıklı, güçlü, zengin ve akıllı olamaz.”
Şimdi lütfen hep birlikte kafamızı iki elimizin arasına alıp düşünelim.
Hadi yakışıklılık göreceli bir şeydir.
Hangimiz otuz yaşında güçlü, kırk yaşında zengin, elli yaşında akıllı olduk.
Ben kendi adıma cevap veriyorum.
Tipim bozuk, güçlü olduğum söylenemez, zengin değilim, akıllı olsaydım şimdi kim bilir nerelerdeydim.
En azından Finlandiya'da falan arada bir yaşamayı başarırdım.
Eeee.
O halde hiçbir zaman yakışıklı, güçlü, zengin ve akıllı olamayacağımıza göre.
Bu çağa da pek uyum sağlayamadığımıza ve bu ülkede bir çok sorunlarla başetmek zorunda olduğumuza göre.
Şu Dünya Sağlık Örgütü yetkilileri lütfen bu listeyi;
0-17 yaş arası: Çocuk, 18-45 yaş arası: Ergen, 55-80 arası: Her an ölebilir şeklinde düzeltsin...
Çağa uyum sağlamakta zorlanıyoruz...
.