TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, seçime hazırlık sürecinin, ülke sorunları ve bunlara siyasi partilerin getirecekleri çözüm önerilerinin tartışıldığı dönem olması gerektiğini vurgulayarak, "Maalesef, siyasetin siyaset içermeyen konularla yapıldığı, çamur atma dönemini yaşıyor, enerjimizi boşa harcıyoruz" dedi.
Adana'da Adana Genç İşadamları Derneği (AGİAD) ile Adana Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (ADSİAD) ev sahipliğinde düzenlenen 'Ekonomi değerlendirme toplantısında konuşan Ümit Boyner, seçime hazırlık ve seçim sonrası dönemin iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Seçime hazırlık dönemini eleştiren Boyner, gelir dağılımında adaletli olmaya da dikkat çekerek, şunları söyledi:
"Seçime hazırlık hepimizin ülkemizin sorunlarının ve bunlara siyasi partilerimizin getirecekleri çözüm önerilerini tartıştığı bir dönem olmalı. Maalesef enerjimizi boşa harcıyoruz. Uluslararası rekabetin keskinleştiği, ülke ekonomilerinin büyümesi, istihdamın artırılması ve sürdürülebilir kalkınmanın mümkün kılınması için özel politika uygulamalarının tasarlandığı ve yarışın gittikçe daha zorlaştığı bir dönemdeyiz. Bizi yeni bir dönem bekliyor. Dünyadaki büyüme yarışında rekabetçi olmayı sağlamamız şart. Ama sadece zenginleşerek bunu başaramayız. Gelir dağılımı adaletini bölgesel kalkınmışlık farklarını gözeterek, toplumsal katılım ve paylaşımı artırarak, eğitim kalitesini, basın ve ifade özgürlüğünü geliştirerek, adalet sistemimizde tarafsızlık ve etkin çalışma için yapısal reformları gerçekleştirerek, Dünya İnsani Gelişmişlik Endeksi'nde şu anda bulunduğumuz 83'üncü sıradan, Dünya ekonomisinde ilk 10'a ulaşmayı hedefleyen bir Türkiye'ye layık olan gelişmişliğe de ulaşmamız şart. Seçim sonrası dönemi bir fırsat olarak yakalamalıyız. Yıllardır biriktirdiğimiz sorunları yeni bir toplumsal mutabakat ile çözme fırsatı. Ötekileştirmeden, yok saymadan. Kadınlarımızla, gençlerimizle, bizi biz yapan tüm farklılıklarımızla, zenginliklerimizle, ama bir arada, birlikte çözme zamanı. Bilmeliyiz ki önümüzdeki eşiği atlamak için, birinci ligde tüm vatandaşlarımızın mutlu, özgür ve müreffeh yaşayabilmeleri için anlaşmamız, birbirimizi anlamamız ve halının altına süpürülenleri, hep beraber temizlememiz gerekiyor. Korkmadan, yılmadan, korkutmaya çalışanlara karşı koyarak. Kendimize ve bu ülkenin Güneydoğu'sundan, Kuzeybatı'sına, sahilinden yaylasına kadar eşit ve özgür vatandaşlar olarak birlikte, bir arada ve huzurla yaşama hakkımız olduğuna inanarak ve güvenerek."
KÜRESEL KRİZ
Geçen 3 yıl boyunca etkilerinin hissedildiği küresel finansal krizin yansımalarının dünyada ve Türkiye'de devam ettiğini bildiren Boyner, küresel dengesizliklere, krizin başlangıcındaki düzeltmeye rağmen, krizin dünya gündemindeki ağırlığını sürdürdüğünü söyledi. Kriz sürecinde maliye politikası için yeterli alana sahip olan, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu ekonomilerin, maliye politikaları yoluyla krizi yönetmeyi başardığını, krizden çıkış sonrası güçlü ve kalıcı toparlanma süreci yakaladığını belirten Boyner, şöyle konuştu:
"Ancak, bu ekonomilerin çoğunda, büyümeye rağmen istihdamın yavaş artışı önemli bir sorun olarak ortaya çıkarken, diğer yandan da aşırı ısınma, enflasyon baskısı veya cari açık sorunları gündeme gelmekte. Türkiye ekonomisinin krizden çıkış süreci, özellikle gelişen piyasalarda, kamu maliyesinde kalıcı bir bozulma yaratılmaması koşuluyla maliye politikalarının etkin kullanımının krizin yönetimindeki rolünü destekler niteliktedir. Bu açıdan, Türkiye, özellikle 2002 sonrası kamu disiplinine gösterdiği özeni devam ettirerek, kriz öncesi bütçe açığı seviyelerin üzerinde hareket etse de, bütçe disiplinini korumaya gayret göstermektedir. Ancak, yine de kriz sonrasında ve mevcut dönemde daraltıcı kamu maliye politikasından söz etmek mümkün gözükmemektedir. Mali teşviklerin de yardımıyla, krizde daralan iç talebin canlanması, dış talepteki gerilemeye karşın, ekonomik büyümeyi sağlamada etkili olmuştur. 2009 yılı ikinci çeyreğinden başlayarak, tüketimdeki küçülme yerini büyümeye bırakmış, dördüncü çeyrekte özel tüketime kamu tüketiminin de eklenmesiyle büyüme hızında yeniden pozitife dönmüştür. 2010 yılı sonu itibarıyla yüzde 8.9 olarak gerçekleşen ve Avrupa Bölgesi'nde en yüksek büyüme hızı olarak tescil edilen güçlü büyümenin başlıca çekici gücünü özel tüketim ve özel yatırım harcamaları oluşturmuştur. 2010 yılı sonu itibarıyla tespit edilen bu GSYH büyüme rakamı, Türkiye'nin krizden çıkışının sağlam ve kalıcı olduğunu teyit etmektedir. Büyüme açısından ortaya konulan bu tablonun memnuniyet verici olduğunu elbette kabul etmek gerekir. Buna rağmen, yine de, büyümenin yapısını ve diğer makro değişkenler üzerindeki yansımalarını irdelemekte fayda olduğunu düşünüyorum. 2010'da iç talebin içerisinde, özel sektör gayri safi sabit sermaye oluşumu harcamaları, özellikle de makine-teçhizat harcamaları yıllık bazda en hızlı büyüme gösteren bileşenler olmuştur. Bu çerçevede, adı geçen bileşenlerde benzer büyüme hızlarının en son 2003 son üç çeyrek-2004 ilk çeyrek arasında gözlemlendiğini düşünürsek, özel sektör yatırımlarındaki bu hızlı artışı mevcut sermaye stokunun 7 yıla yakın bir süre sonrasında yenilenmesine yönelik çaba olarak yorumlayabiliriz."
İthalatın 2010 sonu itibariyle kriz öncesi eğilimine döndüğünü anlatan Boyner, Türkiye ekonomisinin gelinen noktada başarılı bir krizden çıkış ve toparlanma sürecine, enflasyon ve faizlerde gelişmiş ekonomilere yaklaşan oranlarına rağmen işsizlik, yüksek iç-düşük dış talep, artan ithalat bağımlılığı, artan dış ticaret ve cari işlemler açığı ve dünya enerji-emtia fiyatlarıyla birlikte büyüyen enflasyon baskılarıyla karşı karşıya olduğuna dikkat çekti.
'ISINMA TARTIŞMASI'
Boyner, Türkiye ekonomisi için ısınma tartışmaları olduğunu, GSYH'nin 2003 ilk ile 2008'in ilk çeyreği arasında yakaladığı potansiyelin yükselme eğilimine göre, 2010 yılı son çeyrek itibariyle ekonominin aşırı ısınma sürecinde olduğunun söylenemeyeceğini anlattı. Boyner, şunları söyledi:
"Diğer taraftan, 2003 birinci çeyrek-2010 son çeyrek arasında bir potansiyel çıktı eğilimi hesapladığımızda, 2008 birinci çeyrekteki kadar olmasa da, 2010 yılı dördüncü dönemde potansiyel çıktı eğiliminin üzerine çıkıldığını açıkça görebiliyoruz. Ayrıca, son dönemde ithalat vergilerindeki artış, yapı ruhsatlarında Aralık 2010 itibarıyla yıllık artışın yüzde 200'leri aşması ve devam eden kredi genişlemesi, kapasite kullanım oranları ve işsizlik rakamlarına dayandırılan ısınma olmadığı yönündeki analizlere karşı argüman olarak öne sürülebilir. Isınma var mı yok mu tartışmalarını bir kenara bıraktığımızda ise, kaynama noktasına gelmese bile, iç talep ağırlıklı yapının giderek ithalata yönelerek güçlenmesi ve enerji-emtia fiyatları artışlarının devam etmesi halinde, ekonominin yüksek hızlarda büyümeye devam etmesinin mevcut cari açık sorununu ve enflasyon baskılarını daha da ağırlaştıracağı açık olarak görülmektedir."
Bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumların risklerin sistemik hale gelmeden, yalın teknik gözle olayları irdelemek ve son derece karmaşık sorunlara, gelişmiş çözümler üretmek anlamında, Türkiye ekonomisinin istikrarı için kilit rol oynadığını da bildiren Boyner, "Bu rol cari açık dahil bir çok ekonomik sorunun yönetiminde siyasi irade üzerindeki yükü hafifletir niteliktedir. Geçtiğimiz 10 yıl içinde yapısal reformlar anlamında en önemli kazanımımız olan bağımsız kurumlar bu dönemdeki risk yönetiminde etkili rol oynamalıdır. Türkiye son 10 yılda gerçekleştirdiği reformlarla yapısal bir dönüşüm elde etmiş ve krizlere dayanıklılığını artırmıştır. Paralel bir boyutta önümüzdeki dönemde başarmamız gereken de Yatırım Ortamını İyileştirme ve Yeni Sanayi Stratejisi bağlamında bekleyen mikro reformları gerçekleştirerek, verimlilik tabanlı büyümeye geçmek ve böylelikle cari açığı yaratan büyüme modelimizi yapısal reformlarla dış ticaret fazlası üreten bir ekonomi haline dönüştürmektir" diye konuştu.
TÜSİAD Başkanı'ndan eleştiri
"Seçim dönemi enerjimizi boşa harcıyoruz"