Böbürleniyoruz ara sıra. Neymiş elli yaşındaymışız. Neymiş yirmi beş yıldır yazıyor muşuz.
Neymiş siyaset yapıyormuşuz.
Neymiş yorulmuşuz.
Neymiş bıkmışız.
Neymiş yetermiş.
Neymiş efendim neymiş.
*
Adam yetmiş yıl günlük yazı yazdı.
Adam tam elli sene önce milletvekili oldu.
Adam tam elli sene önce bugünleri yazdı.
Bugünleri kestirdi.
Bugünleri gördü.
Adamın yazdıkları arşivlere sığmadı.
Adamın söyledikleri gençlere rehber oldu.
Adamın kitapları hala baş köşemizi süslüyor.
*
İşte o adam gibi adam Çetin Altan 88 yaşında hayata veda ederek aramızdan ayrıldı.
“Mutluluğun tılsımı, sevdiğin işte doya doya çalışmak ve sevdiğinle doya doya sevişmektir'' diyen Çetin Altan'ın sağlığında onunla ilgili yazı yazmaya cesaret edemedim.
Olur da eline geçer.
Olur da kızdırırım.
Olur da üzerim.
Olur da ...!
Yok yok yanlış anladınız eleştirdiğimden dolayı kızmazdı.
Çetin Altan gibi üstatlardan her bahsettiğimde aynı şeyi düşünürüm hep.
Onlar varken yazı yazmak bizim ne haddimize.
Onların olduğu ortamda bizim konuşmamıza ne gerek var.
*
Zira onların cebinde yılların tecrübesi var.
Zira onların beyninde yüz yıla yakın bir tarih var.
Zira onların bizim hayatta başaramayacağımız şey olan, bizim kafamızdaki saç tüyü kadar kitap okumuşlukları var.
Zira onların geçtikleri yollardan bizim geçmemize imkan yok.
Zamanı geriye getiremeyeceğimize göre en azından bu sözüme itiraz eden birisi olmayacaktır.
Zira bugünün şartlarında bile yazmaya zorlanan bizlerden kaç tanemiz elli sene önceki siyasi ortamda yazı yazmaya cesaret ederdi ki acep!
*
Sözün kısası her yazısını "enseyi karartmayın" diye bitiren büyük usta bize hep karamsar olmanın hiçbir şeyi çözemeyeceğini dillendirmeye çalışıyordu.
Karamsar ve düşünceli insanın kafası öne eğik olduğundan ensesini güneşte karartmak bir yana aslında akıp giden hayattan da tad almayacağını söylemeye çalışıyordu.
Karamsar düşünmek yerine; dik durarak, sorunları bilerek, masaya yatırarak ve bir taraftan da yaşamaya çalışarak o sorunların üstesinden gelmemiz gerektiğini söylemeye çalışıyordu.
*
Çetin Altan'ın son yazısı "Hayal ettiğim ülke bu değildi" başlığıyla 25 Haziran 2015'te Cumhuriyet'te yayınlanmıştı.
O yazıda özetle şunları yazmıştı:
“Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan.
Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi.
... Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir iki adıma yardımcı olmak için de harcanır.
Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz.
Ama siz uğraşırsanız, mücadeleden vazgeçmezseniz, dünyadan ayrılırken “torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakıyoruz” deme mutluluğunu siz tadabilirsiniz."
Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin.
Amacınıza ulaşamazsanız da, bu amacı gelecek kuşaklara devretseniz de, kozmosla son hesaplaşmanızda, “daha iyi bir dünya için biz de fena mücadele etmedik” diyebilirsiniz.
Bu da az şey değildir. Buruk da olsa, yorgun gözlerinizde bir tebessüm yaratır.
O tebessümlerin çoğalması da elbet bir gün kurtarır bu ülkeyi...
*
Çetin Altan'ın her yazısında yer verdiği fıkralar ve özlü sözler de ona has anlatımıyla çok hoştu.
O fıkralardan brisi ile büyük ustadan bahsettiğim yazıyı sonlandırırken, bu memlekette Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Çetin Alktan gibi aydınlarımızın yeri dolar diye de dileklerimi yineliyorum.
*
İşte fıkramız:
Yunanistan’da bir kapıcı, sızlanıp duruyormuş:
Ah güzelim Minnoş, ah canım Minnoş nasıl bıraktın beni?
Arkadaşları teselli etmeye çalışmışlar kendisini:
- O kadar üzülme, ne yapacaksın hayat böyle; Minnoş öldüyse, başka bir kedi alırsın yerine, demişler.
Yunanlı kapıcı:
- Minnoş ölmedi ki, demiş; Türkiye’ye gitti.
Arkadaşları afallayarak sormuşlar:
- Peki neden gitti Türkiye’ye?
Kapıcı içini çeke çeke:
- Türkiye’den gelme Rumlar, Türkçe konuşurlarken her lafın “et”le bittiğini duymuş; “dikkat et”, “hizmet et”, “keyf et”, “sep’et”, “dav’et”, “hüküm’et” gibi. Benim Minnoş'ta orada “et” bolluğu var diye gitti, bilse ki orada herkes birbirini yiyor o zaman gider miydi hiç ona üzülüyorum...