Geride bıraktığımız haftasonu Antalya'daydık. Birleşmiş Milletler ve Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü işbirliği ile gerçekleşen; “Basın Mensupları için Göç Terminolojisi ve Mülteci Konularında Bilgi ve Farkındalık Arttırma Seminerleri” için iki gün bu güzel kentte konaklama fırsatımız da oldu.
Bu yazıda hem seminerde bulunamayan meslektaşlarımı bilgilendirme hem de seminer boyunca sık sık 'Bu konuda basının görevi ne olmalı, basın ne yapmalı ve basın bu konuya nasıl bakıyor' şeklinde panelistlerden gelen sorulara cevaplar olacak.
*
Yazımızın hemen başında; mülteci, sığınmacı, göçmen, ekonomik göçmen, uluslararası koruma, yerinde mülteci, şartlı mülteci, geçici koruma şeklindeki kelimelerin anlamlarını iyi kavramanızı öneririm.
Örneğin; mülteci hakkı almak için Avrupa Konseyi üyesi ülkeden gelerek başvurmak gerekiyor.
Bu nedenle Suriye'den gelenler geçici koruma ile diğer ülkelerden gelenler ise uluslararası koruma ile ülkemizde kalıyorlar.
Yani bir anlamda Suriye'deki iç savaştan gelerek ülkemize sığınan 3 milyon kişiye mülteci demek çok doğru değil.
*
Seminerde tanıdığım, kısa adı 'SGDD' olan Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği'nin 1995 yılında kurulduğunu ve oldukça başarılı işlere imza attığını öğrendik.
Dernek Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak 'göç ve mülteci” konularında oldukça birikim elde ederek seminer boyunca hem bizleri bilgilendirdi hem de böyle hassas bir konuda seminerin interaktif bölümlerinde gerginleşmesine Müsaade etmedi.
Hassas diyorum çünkü davetli basın mensupları arasında Suriye'den gelenler de vardı, Urfa, Samsun, Mardin gibi Suriyeli mülteciler ile ilişkilerini basın mensubu-mülteci ilişkisinden, o kentte yaşayan ve mülteci ile ev sahibi, kiracı, patron, çalışan ilişkisine dönen kişiler de vardı.
*
Daha seminerin hemen başında açılış konuşmasını yapan, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü Mehmet Akarca'nın “Her ülkenin bir markası vardır. Türkiye'nin markası da tüm dünyanın kabullendiği Sayın Cumhurbaşkanımızdır. Türkiye olarak Suriyelilere dünyanın yapmadığını yapıyoruz. 3.2 milyon Suriyeliyi ağırlıyoruz. Bugüne kadar Suriyeli Mülteciler için 9 milyar lira harcandı. Her zaman onlarla birlik ve dayanışma içindeyiz.” şeklinde sözlerine başlaması aslında birçok açıdan bizlere mesaj vermiş oldu.
Mülteci olayına bakış açımızı değiştireceğiz.
Ülkemizdeki mültecilere her şeye rağmen iyi davranacağız.
Bunun bir keyfi davranış değil, zorunlu bir insaniyet olduğunu kabulleneceğiz.
Bu rakamlara dikkat
Hemen burada bazı rakamları sizlerle paylaşmak istiyorum:
2016 yılı sonu itibariyle dünyada 65,6 milyon kişinin zulüm, çatışma, şiddet veya insan hakları ihlalleri sebebiyle zorla yerinden edinmiş.
Türkiye (3 milyon), Pakistan (1,4 milyon) ve Lübnan bir milyon mülteciye ev sahipliği yapanilk üç ülkeler.
Türkiye, 3 milyon 200 binden fazla Suriyeli, 400 bin kadarda Irak, İran ve Afganistanlıya ev sahipliği yapıyor.
Bunların yüzde 70’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Türkiye’de yaşayan 0-4 yaş arası 448 bin çocuk var; bunların 224 bini Türkiye’de doğdu. Okul çağındaki çocukların yüzde 40’ından fazlasının okula erişimi yok. Suriyeli üniversite öğrencisi sayısı 15 bine yakın.
Her bir dakikada 20 kişi ülkesini terk etmek zorunda kalıyor.
1 Ocak-17 Ekim 2017 tarihleri arasında Türkiye’den Yunanistan’a 22 bin 105 düzensiz göçmen geçiş yapmış, 46 kişi hayatını kaybetmiştir.
2011’den buyana Suriye’den yaklaşık 5,2 milyon insan ülke dışına çıktı. 13,5 milyon kişi insani yardım ihtiyacı içinde; 6,3 milyon kişi yerinden edilmiş durumda. Kadın ile çocukların çoğunluğunu oluşturduğu 4,9 milyon Suriyeli komşu ülkelerde uluslararası terminolojiye göre mülteci durumunda.
Sınırlarımızı göçmenlere kapatalım şeklinde yapılan bir ankete yüzde 67 ile Macaristan'dan sonra ikinci ülke Türkiye evet cevabı vermiş.
Basın göç ve mülteci olayına nasıl bakıyor?
Nasıl bakabilir?
Sanki basının fikri çok önemseniyor ya neyse!
Şimdiye kadar hangi basının bir önerisi dikkata alınarak yanlıştan dönüldü çok merak ediyorum.
Yine de biz fikrimizi buradan aktaralım.
Öncelikle bu seminer belli ki son günlerde Suriye'den gelen sığınmacılar ile cereyan eden kavga gürültüyü az da olsa aşağı çekelim düşüncesi ile de yapılmış olabilir.
Hele hele yaklaşık 150 kişilik basın mensupları arasında, bazı illerden gelen meslektaşlar bu konuda çok gerginlerdi.
Nerede ise 'alın başımızdan bu insanları' der gibi panelistlere sorular ve serzenişler iletiyorlardı.
Açık söyleyelim biz İstanbul medyası bu konuda sanki biraz daha şanslıyız.
Zira 20 milyonluk kentte aslında Suriyelilere benzeyen o kadar insan varki bu büyük metropolde, bir anlamda bizler alışıktık kargaşaya ve gürültüye.
Belli ki nüfusu daha az olan illerimizde bu durum çok daha fazla rahatsızlık verici bir boyuta taşınmıştı.
Yani basın mensubu arkadaşlar olaya bir gazeteci olarak değil, orada yaşayan bir yurttaş olarak bakıyor ve çok net olarak rahatsızlığını dile geitiriyorlardı.
*
Ne yapmalı ne etmeli...
Tabi ki bir şayet toplumu doğu yönlendirmekle görevli ve sorumluluk sahibi gazeetciler olarak çok daha fazla dikkatli olmak durumundayız.
Yazdığımız haber ve yorumlarda öncelikle gazeteciliğin evrensel değerlerini unutmadan, vicdan muhasebesi yaparak, bilgileri net verilere dayayarak, hakikati yayın organlarımzıda dile getirmek zorundayız.
Yorumlarımızı yaparken de olayları kişiselleştirmeden, objektif olarak ve empati yaparak kalemimizi oynatmak zorundayız.
Bu ülkeyi yönetenler bazen doğru bazen yanlış kararlar alıyorlar, milyonlarca kişiyi sığınmacı olarak kabul edip, kentlere göndermek nereden bakarsanız bakın doğru bir karar değil.
Belki sınırlarda kamplarda bu insanlar barındırılabilinirdi.
Belki en fazla 2-3 kent kurban edilebilinirdi.
Oysa şimdi bütün ülkeye yayılan milyonlarca sığınmacı dil sorunu yaşıyor, uyum sorunu yaşıyor, geçim sorunu yaşıyor.
Ve bu sorunlar arasında bulunduğu bölgelerdeki insanlarla gerginlkler yaşıyor, kavgalar yaşıyor, olaylar yaşıyor.
Ortada bu kadar hassas ve ciddi durum varken, basın una ne yapsın, siyasiler ne yapsın, esnaf ne yapsın, yurttaş ne yapsın.
*
Seminerde konuşmamda da belirttiğim gibi; bu ülkede bir kentten diğer bir kente göç alan yurttaşlara bile yerli-yabancı ayrımı yapılıyorken.
İnsanlar ellerinde bulundurdukları hakları paylaşmaktan yana imtina ediyorlarken.
Sıradan bir kuyruk beklemede bile benim önüme nasıl geçersin düşüncesi ile adam öldürmeyi bile düşünoyorlarken.
Aklına geldikçe değil, ancak sıran geldikçe konuşabilirsin diyerek bir birimizin iki lafına bile tahammül edemiyorken.
Milyonlarca sığınmacıya, mülteciye, göçmene kucak açmamız sanki biraz zor gibi geliyor...