Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir S. Kocazeybek koronavirüs için uyardı.
Son üç ay ve kasım ayının ilk yarısındaki ağır hasta ve ölüm sayılarındaki artışlar karşısında önümüzdeki günlerde “kıran tablosunun oluşmaması için” bir bilim insanı olarak uyarıyorum: Bilimin sesine kulak verin. En az iki hafta sıkı kontrollü karantina ve sokağa çıkma yasağı şart.
Hem halk sağlığı hem geleneksel, küresel, ekonomik ve politik sistemleri 10 aylık süreçte çatırdatan Covid-19 sendromunda; Türkiye’de ilk üç ay ve son üç ay ile kasımın ilk yarısını Sağlık Bakanlığı’nın günlük resmi verilerini (Birçok bilim çevreleri tarafında inandırıcılığı olmasa da) enfeksiyon hastalıkları epidemiyolojisi bilimsel kavramları üzerinden irdelersek, Türkiye’de 13 Kasım itibariyle Covid-19 sendromunda çok ciddi üç sorunla karşı karşıyayız:
Pandeminin ilk aylarına (Mart-Nisan-Mayıs) göre giderek artan yeni vaka sayısı,
Daha da önemlisi giderek artan ve özellikle 1 Kasım’dan itibaren görülen yeni vaka sayısından daha fazla sayıda saptanan ve makasın açıldığı ağır hasta sayısı,
İlk üç ay ve son üç ayda ölüm sayılarındaki stabiliteye karşın özellikle kasımın ilk yarısında anlamlı artış gösteren ölüm oranı.
Türkiye’de ve küresel düzeyde Covid-19’un 1’inci atağı, 2’nci dalganın en yoğun ve ciddi yaşandığı bu süreçte, yaşamsal olarak hastalık ve ölüm karşısında halk sağlığı büyük bir tehdit altındadır. Bunun yanı sıra küresel, ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitim-öğretim sistemleri büyük bir yıkım sürecinde olduğu ve sosyopolitik, sosyokoltürel sınıfsal çatırdamaların yarattığı kaos temelinde politik istikrarsızlığa ya da atipik siyasal süreçleri (ABD Başkanlık seçimlerinde 4+4 aynı partinin kazanması geleneği Trump’ın büyük olasılıkla Covid-19 politikalarındaki yanlış stratejiye bağlı kaybetmesi gibi) de gündeme getirebileceği unutulmamalıdır.
Bu bilimsel analizimizi Sağlık Bakanlığı günlük resmi veriler üzerinden (Başka bir veri de yok) ve Covid-19 bazı verilerinin (Vaka-Hasta ve YBÜ/Entübe-Ağır Hasta gibi) 11 Mart’tan bu yana kavramsal olarak değişikliğe uğratılarak verilmesi gibi sınırlayıcı (Limitasyon) etkilerini göz önüne alarak yaparsak;
1- Yeni vaka sayıları (29 Temmuz’a kadar ilk üç ayda asemptomatik ve semptomatik tüm kişiler vaka olarak adlandırıldı) pandeminin ilk üç ayında vaka+hasta ortalaması 2 bin 89 iken bu sayı 29 Temmuz’dan sonra (sadece hasta olarak) ortalama bin 573 olarak verildi. Buna karşın bu sayının vaka+hasta olarak Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Toraks Derneği ve benim de içinde bulunduğu bilim insanı çevrelerince tahmini öngörü en az 20 binlerde olduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra kasımın ilk yarısında ise yeni Covid-19 hasta sayısı ortalaması 2 bin 505 olarak belirlenmiştir.
2- Bu sürecin Türkiye boyutunda en vahim ve endişe veren verisi ise artan ağır hasta sayısıdır. Şöyle ki; pandeminin ilk üç ayında ortalama 596 (yüzde 29,5 olan ağır hasta ortalaması bu dönem bu veri bakanlık veri panosunda entübasyon olarak veriliyordu), son üç ayda (Ağustos-Eylül-Ekim) bin 204 (yüzde 74,6) olarak verilmiş, özellikle 1 Kasım’dan itibaren günlük ağır hasta sayısı giderek yükselmiş 1-13 Kasım arası ortalaması 2 bin 738 saptanmıştır. Bu sayı yeni hasta sayısına göre yüzde 109 olarak belirlenmiştir. Yani ağır hasta sayısı doğrusal olarak yeni hasta sayısına göre giderek artan bir farklılıkla adeta aradaki makasın giderek açılması gibi.
3- Bu pandemi sürecinin belki de iyimserliğe yakın ifade edilebilecek parametresi ise (Kasımın ilk yarısı hariç) ölüm sayısı/oranlarıdır. Pandeminin ilk üç ayında ölüm sayısı ortalaması 54 (yüzde 2,5) iken son üç ayda bu ortalama 50 (yüzde 2,3) olarak verilmiş, ancak; bu veri kasımın ilk yarısında ortalama 82 (yüzde 3,6) olarak çok ciddi ve anlamlı artışlara evrilmiştir.
CİDDİ DÖNÜM NOKTASI
Gerek bakanlığın kısıtlayıcı verileri gerekse günlük yeni hasta ve yeni ölüm birebir eşleşmesi (Match) yapılamamış, kümülatif bir süreçte yeni hasta/yeni ağır hasta/yeni ölüm sayıları paralelliğinde yapılan analizimizin bu sayısal ve oran verileri karşısında pandemik Covıd-19 sendromu Türkiye halkını bu sonbaharın son ayında yaşamsal düzeyde çok ciddi bir dönüm noktasına getirmiştir. Önümüzdeki kış mevsimi kendine özgü şartlarından (kapalı mekanlara daha sık odaklanma ve mevsimsel diğer enfeksiyon etkenlerinin birlikteliği ve kişilerin immün yanıt fizyolojisinin iklime göre değişkenlik gösterebilmesi gibi) daha da fazla ve tahammülleri aşan can kayıplarına dönüşmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir.
Bugünkü çok can sıkıcı ve ivedi radikal yeni önlemlerin getirilmesini önermemize neden olan Türkiye’nin geçmiş son üç ay ve kasımın ilk yarısını gerek Covid-19 etkeni SARS-CoV-2 gerekse salgın yönetimi ve insan davranışları yönünden bilimsel irdelemesini yaparsak üç ana husus maalesef öne çıkmaktadır:
a- Virüs genomik yapısı değişimi (D614G mutasyonu) ve virüs-toplum ilişkisindeki olağan virüs davranışları.
b- Salgın yönetiminde getirilen 1 Haziran tarihli normalleşmeler ve salgın politikalarının kendi içerisindeki tutarsız ve hazırlığı yapılmadan hayata geçirilen uygulamaları.
c- Halkımızın kurallara yeterince uymadaki halen duyarsızlığı ve sosyoekonomik nedenler zorunluğuna bağlı kurallara uyamama (Belki de sosyal devlet ağırlığını hissedememe).
Ben bir Klinik Mikrobiyolog olarak bu üç ana husustan B ve C maddeleri hariç (Bu hususların değerlendirilmesini kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Ancak bu maddeler direkt A maddesini etkileyebilen net faktörlerdir) A maddesini (Virüs yapısı ve Virüs toplum ilişkisi) irdelersek:
♦ Virüste yapısal olarak Mayıs ortalarında görülen D614G mutasyonu virüs bulaşıcılığını arttırdı (Yayınlara göre 10 kat). Ancak hastalık yapma kapasitesindeki artışla ilgili net bir bilimsel veri yok. Zaten 1’inci atak 2’nci dalga gelişmesi de bunun göstergesi.
♦ Pandeminin 1’inci atak 2’nci dalgasını çok ciddi yaşayan ülkemizde (Bu Avrupa ülkeleri için de geçerli) B ve C maddelerinin çok ciddi etkisiyle de popülasyonda dolaşan re-mutant (Çin/Vuhan virüsü değil) SARS-cov-2’nin yükünün çok artması. Bunun bireylerde ve toplumda yarattığı sonuçları açarsak;
1- Enfeksiyon hastalıklarında enfeksiyonlara bağlı bireysel hastalık gelişiminde en önemli faktör vücuda giren virüsün miktarıdır. Son üç ayda/kasımın ilk yarısında endişe veren ve giderek artan ağır hasta sayısındaki ciddi artışlarda bireysel çok yoğun virüs miktarlarına maruz kalınmadır. Vücuda alınan virüs miktarı arttıkça ağır hastalık gelişimi de o paralelde artmaktadır. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Bilim bize bunu öğretmiştir.
2- Toplumda dolaşan re-mutant virüs yükü çok artığı için de toplumsal yaşam içinde (Metroda, otobüste, hastane koridorlarında ve benzeri) hafif bir direkt maske ve mesafe kuralsızlığı ile bulaş olabilmekte ve yeni enfekte vaka (hasta değil) sayısı da artmaktadır.
3- Ölüm oranlarındaki; pandeminin ilk üç ayı ile son üç ayında görülen birbirine yakın, stabil olan oranlar (yüzde 2,5 ve yüzde 2,3) bize şu değerlendirmeyi olanaklı hale getirmektedir. Covid-19’un tedavisinde ilk aylara göre son aylarda spesifik tedavide (Büyük olasılıkla Hidroksiklorokin’den Favipiravir’e geçiş ya da erken başlama gibi deneyimlerin kazanılması) ve destekleyici-semptomatik tedavide ise seçeneklerin artışı ve özgül preparatlara yönelim (Antisitokin, antienflamatuvar, kan sulandırıcı ve mekanik ventilasyon ve entübasyon uygulama deneyimlerinin giderek artması gibi).
Ancak son aylardaki tüm bu anti Covid-19 spesifik ve destekleyici/semptomatik tedavi deneyimlerine karşın kasımın ilk yarısında görülen yüzde 3,6 ölüm oranında anlamlı ve ciddi bir artış bizleri çok düşündürmeli ve topyekûn bir çözüme odaklanmalıyız
Yoğun bakım servislerinde neden yer bulunamıyor?
Halk sağlığı profesörü: Acil 14 gün kapanmalı, doktorlar hasta seçmek zorunda kalabilir
ÇİFTE STANDARTA SON VERİN
Sonuç olarak; son üç ay ve kasım ayının ilk yarısındaki ağır hasta ve ölüm sayılarındaki anlamlı ve çok ciddi artışlar ile yeni Covid-19 vakalarında 1’inci atağın 2’nci dalgasını yaşamamız karşısında ve adeta önümüzdeki günlerde “kıran tablosunun oluşmaması için” şimdiden bir bilim insanı olarak uyarıyorum:
♦ Bilimin sesine (Bilim Kurulu’nun adı var ancak yetkisi?) kulak verin.
♦ Toplumdaki yoğun viral yükü düşürmek ve derhal insan hareketliliğini durdurmaya dönük en az iki hafta sıkı kontrollü karantina ve sokağa çıkma yasağı ve bundan sonraki süreci bu perspektifle ciddi izlemek.
♦ Çalışma mesai saatleri ve eğitim-öğretimle ilgili online/yüz yüze öğretim stratejilerinin tekrar gözden geçirilmesi ve çifte standart uygulamaların (Parti kongreleri serbest ancak baro seçimlerinin yasak olması gibi) son bulması.
♦ Sosyal devletin gereği olarak karantina günlerinde ekonomisi yetersiz halkımız için sosyoekonomik ve sosyokültürel gereksinimlerine katkı sunulması gerektiği kanaatindeyim.
Prof. Dr, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi