Erzurum’lu dede uçağa binmiş. Uçak havalanmış, biraz gittikten sonra, dede lavaboya gitmiş. Abdest alıp hostesi çağırmış.
“Kızım bitane seccade ver bana namaz kılacağım”
Hostes şaşırmış. “Dede ne diyorsun, burada namaz kılınmaz”
Dede sinirlenmiş. “Başın açık, dudakların boyalı, giymişsen kısa eteği, bana fetvamı verirsen? Git çabuk şoföre söyle uçağı kıbleye çevirsin.”
***
Efsaneleri, fıkraları ile gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Kars ve Erzurum’a geçmeden, yolumuzun üzerindeki yerlerden, Bitlis, Iğdır ve Tuzluca’dan da bahsedelim.
Iğdır, 1992 yılında Kars’tan ayrılarak il olmuş. Tuzluca tuz mağarası, Türkiye’nin 100 yıllık tuz ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede. Mağaralar tamamen doğal oluşum. Tuzla kaplı bu arazideki havanın solunum yolu hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Günlük 60 ton tuz üretme kapasitesi var.
Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel…
Bitlis, 1. Dünya Savaşı esnasında bir süre Çarlık Rusya’nın işgali altında kalmış.
Düşmanın çekilmesinden sonra, şehirden kaçmış bir baba, memleket özlemi ile oğlunu Bitlis’e yollar.”Git bak bakalım oğul, Bitlis’te ne kalmış?”
Oğul gider bakar ve babasına şöyle der; “Baba, Bitlis’te beş minareden başka hiçbir şey kalmamış”.
İşte o severek dinlediğimiz “Bitliste beş minare” türküsünün hikayesi de buradan geliyor.
Bitlis'in en büyük ve en gelişmiş ilçesi Tatvan.
Bir de bana ilginç gelen bir şeyi de aktarayım size bu arada. Bitlis’te, sosyeteye “TANGO” diyorlarmış.
Kars
Yemyeşil tarlalara, şekilden şekile giren bulutlara baka baka Kars’a ulaştık. Kars kalesini gezip, Ruslardan kalma yapıları görmek için kısa bir şehir turundan sonra, muhteşem güzellikteki “Ani Harabelerini” gezmek için yola koyulduk.
Ani harabelerine ikinci gelişim. Fakat daha önce geldiğimde bulutlu yağmurlu bir hava vardı. Bu defa açık havada görme şansım var. İlginçtir ki, ikinci defa gördüğüm halde, yine büyüledi beni bu kent.
Burada her türlü inanışa göre yapılmış yapılar mevcut. Kilise, katedral, cami gibi bir çok ibadet yeri olmasından dolayı, buraya Mabet’ler kenti de deniliyor.
M.Ö. 3000 yılından itibaren burası yerleşim yeri olmuş ve 24 farklı uygarlık burada hüküm sürmüş.
Türkiye-Ermenistan sınırına yakın Arpaçay nehri kenarında bulunuyor. Kuruluşu, M.Ö. 350-300 yıllarına dayanıyor. Ani, Hıristiyan Ermeni inanışına göre kutsal sayılıyor. Konumu açısından ipekyolu geçişinde olması burayı daha da önemli kılmış. Şehir, defalarca gördüğü saldırılardan ve depremlerden dolayı harabe halini almış. Kentin merkezinde bulunan katedral, yunan haçı planında yapılmış daha sonra Alparslan tarafından camiye çevrilmiş.
1064 yılında, Selçuklu Sultanı Alparslan “Ani şehreni fethettim ve yönetimini hükümdarlığım altındaki şeddet oğullarına verdim” demiş. Ani, Anadolu’ da Türklerin ele geçirdiği ilk şehir olma özelliğini taşıyor. 1072 yılında, Selçukluların inşa ettiği sekizgen minareli cami, Anadolu’daki ilk Türk cami olma özelliğine sahip.
Şimdi bir de Ani’nin harap olmasına dair efsaneler var. Bunlardan birkaç tanesini paylaşayım sizinle.
Ani'nin yıkılışına ve yalnızlığına ilişkin iki efsane
Ani, Nuşirevandan sonra Müslümanların, bir süre sonra da Kıllı Ohan denen bir Ermeni Kralı’nın eline geçer. Kıllı ohan çok zalim bir kraldır. Kıllı Ohan, bir yasa koyuyor. Bu yasa ya göre evlenecek olan genç, gelini önce krala getirecek kral ile bir gece geçirdikten sonra eşine verilecektir.
Bu yasa Müslümanlara çok ağır geldiğinden, ne oğlanlar evlendirilir ne de kız götürürler.
Günün birinde, şehrin ileri gelenlerinden Odabaşıoğlu ölmeden önce oğlunu evlendirmek ister.
“Nasıl olsa bir çaresini bulurum” diyerek, düğün kurar ve oğlunu güzel bir kızla evlendirir.
Kayınvalide çiftin odasını hazırlamıştır. Bu arada Odabaşıoğlu’nun oğlunu evlendirdiğini duyan Kıllı Ohan hazırlanmış kızı beklemektedir. Gece olduğu halde gelinin gelmediğini görünce öfkeden deliye dönen Ohan, adamını gönderip Odabaşıoğlu’nu çağırtır.
Oğlu ve geline karşılık tüm servetini ortaya koysa da, Kıllı Ohan’ı razı edemez. Odabaşıoğlu’nun direndiğini gören kral meydanda asılmasını emreder. Odabaşıoğlu, idam sehpasının yanında ayağını yere vurarak haykırır;” Ey Ani! Bu zulüm ile yaşayacağına bat, yıkıl!” ve daha sözü biterken şehrin altı üstüne gelir
Bir de Ani’nin yalnızlığına ilişkin bir efsane var, bunu da çok sevdiğimden size anlatmadan geçemedim.
Urum Papa’nın yedi olmaz işine ilişkin bir efsane bu…
Bir zamanlar Ani’de Urum Papa adlı biri yaşamaktaymış. Bu adam bir gün Ani’nin yaylağı Alacadağ’da yatmaktadır. Yedi yılda bir sağ dirseği üzerine abanıp doğrulmakta ve yedi olmaz iş sayıp “yok” yanıtını alınca yeniden uzanmaktaymış.
Bu yedi iş ise şöyledir;
“Göğe direk dikildi mi?”
“Katır doğurdu mu?”
“Denize köprü kuruldu mu?”
“Yumurtaya kulp takıldı mı?”
“Deveye nal çakıldı mı?”
“Ölü dirildi mi?”
Bütün bu işler gerçekleşirse, Ani şenlenecektir. İnanışa göre bütün bunların gerçekleşmesi imkansız olduğundan, Ani kıyamete kadar insan yüzü görmeyecektir.
Erzurum
Kısa bir gezi yaptığım bu güzel ilimize de değinip, yazımızı sonlandıralım.
Ama size önce Erzurum’dan bir fıkra anlatayım.
***
Erzurumlu iki sevdalı konuşur. Erkek der ki; “Seni 365 gün düşünürem, verene kurban olam”
Kız;” Kalan 6 saatte ne yapisen?”
Erkek;” Ne diyesen canını yidiğim, çay da mı içmiyak”
***
Doğu Anadolu’nun en büyük kenti, Serhad şehri, Dadaşlar diyarı Erzurumdayız. Dadaş, gözü pek, cesur, milliyetçi, korkusuz , inançlı ve dürüst, kısaca mert insan anlamına geliyor.
Buranın benim için başka bir önemi ise; Anadolu’da Milli mücadele birliğinin kurulmasının ikinci adımı olan Erzurum Kongresinin burada yapılmasıydı.
“Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanmaz” maddesi ile başlayan ve toplam 8 maddelik kararın alındığı yer.
Burası kış mevsiminde kayak sporları için en rağbet gören illerimizden biri. Hem eğlenmek hem dinlenmek isterseniz, Erzurum’un kaplıcalarıda oldukça meşhur.
Burada, Yakutiye medresesi, Çifte minareli medresesini gezebildim. Yalnız, bir çok yer hala tadilat durumunda olduğundan, gezilemiyor maalesef.
Eğer giderseniz, cağ kebabının tadına da mutlaka bakın.
Burada ilgimi çeken şeylerden biri de, Türk kahvesi içmeye gittiğim yerde, kahvenin yanında elma suyu ikram edilmesi oldu. Önce likör zannettim ama değilmiş.
Palandöken’in eteklerinde, sessiz sakin biraz da ürperten serinlikteki hava bütün yorgunluğumu aldı.
Havanın kararmaya başlaması ile birlikte, bu güzel şehrin ışıklarını izledim dağın eteklerinden.
Burada serin serin biraz üşüyerek ve dağları izleyerek uykuya dalmak paha biçilmez.
Yine gezimizi bir fıkra ile tamamlayalım.
Hükümet Erzurum’a bir yazı göndermiş.”Kış ayları çok soğuk geçeceğinden, Devlet tarafından karşılanacak olan kullandığınız yakıtın cinsini, kod numarasını, ve stok durumunu acele olarak bildiriniz”
Köy muhtarının biri hemen cevap yazar.
“Yakıtımız pohtir…Kod numarası yohtir. Stokumuz ise çohtir.”
***
Doğu Anadolu bitti ama burnuma melisa, lavanta, ve kekik kokuları geliyor Ege tarafından. Kekik kokularını takip etmek üzere yola çıkıyorum.
Yüzünüzden tebessüm eksik olmasın,
Sevgiyle kalın