CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile kısır siyasi tartışmaları biraz öteleyip Türk ekonomisinin bugününü ve yarınını konuştuk
Başbakan’ın “sıfır reel faiz” söylemi ile Merkez Bankası’nın faiz indirimi politikasını “yarı pişmiş önlem” olarak tanımlayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, cari açığın sağlıklı kaynaklarla finanse edilmemesi durumunda Türk ekonomisinin kriz boyutuna varacak sarsıntılara maruz kalabileceğini söyledi.
MİYASE İLKNUR
Ülkemizde gündem akşamdan sabaha değil, neredeyse saat başı değişiyor. Çok değil iki hafta öncesine kadar hükümetin yaptığı zamlara, çok pardon “fiyat ayarlamalarına”, dolaylı vergiler ve Merkez Bankası’nın faiz indirimine odaklanmışken önce Çukurca katliamını ve ardından da TSK’nin sınırı geçip geçmediğini konuşmaya başladık. Ve hiç hesapta olmayan Van depremi gündemi sil baştan yeniden dizayn etti. Ancak bizde en büyük felaketler bile bir hafta konuşulur. Şimdi de KCK operasyonları gündemin ilk sırasına oturdu. Birkaç gün sonra da muhtemelen Yunanistan ve onu izleyecek olan İtalya’nın ekonomik iflası ve bu iflasın dalga dalga tüm Avrupa’ya yansımasını tartışacağız. Tabii Türkiye’ye de... Hele de yüksek cari açık gibi bir kamburumuz varken, bu durumdan belki de en olumsuz etkilenen ülke olacağımızı söylemek kehanet olmaz. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türk ekonomisinin bugünü ve yarını hakkında sorularımızı yanıtladı.
‘Cari açıkta Yunanistan’dan kötü durumdayız’
- Stern dergisi, Türkiye’yi “turbo devlet” olarak tanımladı. Ekonomik ve sosyal alanda bir güç haline geldiğini yazdı. Yakın zamana kadar başka yabancı basın organları da yüksek cari açığın riskine dikkat çekiyordu. Ne değişti?
Dünyanın saygın gazetelerinden Wall Street Journal, Türkiye’nin cari açığı konusunda 6 Temmuz’da şu değerlendirmeyi yaptı: “Türkler cari açığa karşı umut ve dua ile yaşıyor.” Maalesef, cari açık hakkındaki bu karamsar görüşe katılmamak mümkün değil. Cari açıktan birinci derecede sorumlu faktörün ekonominin sağlıksız büyüme hızı olduğu şüphesiz. Ülkenin yüksek büyüme performansı ekonomi yönetimi tarafından bir iftihar kaynağı olarak sunuluyor. Ancak büyümenin, sağlıklı finanse edilmesi gerekliliğinin hem kurumlar hem de ekonomiler için geçerli olduğu unutuluyor.
İhracatın ithalatı karşılama oranının zaman içinde kötüleştiği Türkiye gibi ülkelerde, cari açıktaki artışlar ekonominin büyüme hızından daha yüksek olur. Cari açık ve açığın finansmanı konusu, ekonomimizin en kırılgan noktasını temsil etmekte ve zaman geçtikçe de kronik bir hal almaktadır. Nitekim, “Arap Baharı” ile ilgili olan “net hata noksan” kalemindeki 10.6 milyar dolarlık girişe rağmen, 2011’in Ocak-Ağustos cari açığı 54.3 milyar dolar seviyesine ulaştı. 2010 Ocak-Ağustos dönemine oranla yüzde 103’lük bir artış söz konusu. Bu artışla tüm 2010 yılının 47.7 milyar dolarlık açığı ağustosta, hatta temmuzda aşılmış oldu.
- Dünya ölçeğinde bu sorunla yaşayan sadece Türkiye mi?
Economist dergisinin veri topladığı 57 ülke arasında Türkiye, en yüksek oranlı ülke sıralamasında birinci sırada yer alıyor. Bizi yüzde 8.2 ile Yunanistan ve yüzde 6.8 ile Portekiz takip ediyor…
- Kronikleşen cari açık sorunu ile baş etmenin yolları size göre nedir?
Cari açık sorununu tek boyutu ile açıklayamayız. Küresel ekonomide durgunluk varken ülkemizde büyüme rekorları kırılıyorsa, çıkaracağı faturaya bakmak lazım. Bu fatura cari açık ve cari açığın finansmanıdır.
Buna bir şirketin büyümesini örnek verebilirim. Bir şirketin büyümesi net cirosunun artması demektir. Eğer siz bu ciro artışını kârınızla değil de artan bir borçla finanse edersiniz, sıkıntıya girmeniz ve belki de iflas etmeniz kaçınılmaz olur.
Kurumsal finansman bilimi finansman bulmakta zorlanacak şirketlerin, yüksek büyüme potansiyelleri olsa bile, büyüyebilecekleri azami hızda büyümek yerine, büyüme hızını sürdürülebilir düzeye düşürmelerinin daha rasyonel bir politika olacağını göstermiştir. Aynı durum ekonomiler için de geçerlidir.
Büyümenin hızından da önemli olan, yönü ve niteliğinin ne olduğu, yani yeteri kadar iç kaynak, kâr yaratıp yaratmadığı veya büyümenin piyasalarca desteklenme derecesiyle ölçülür. Ekonominin sergilediği yüksek büyüme hızını övünç vesilesi yapan ekonomi yönetimi, maalesef çığ gibi artan cari açığı ve açığın finansmanının sürdürülemez bir noktaya gelmiş olduğunu göz ardı etmiş oluyor.
- Sağlıklı finansman kaynağı ile kastettiğiniz?
Bir ülke cari açık veriyor ve bu açık, iç tasarruflar ve doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile finanse ediliyorsa, bu, sağlıklı bir finansman yolu olarak görülebilir. Oysa Türkiye, cari açığını sağlıklı bir şekilde finanse edebilmek için gereken miktarda tasarruf ve doğrudan yatırım kaynaklı para bulmakta zorlanmaktadır. Bakın ülkemizde iç tasarruf oranı, yani tasarruf tutarının milli gelire oranı yüzde 12 olup, en düşük orana sahip ülkeler arasın yer almaktadır. Oysa Çin’de bu oran yüzde 35’tir. İhracat bazlı büyüyüp cari açık yerine cari fazla oluşturan Çin gibi ülkelerin büyümeleri bir finansman problemi yaratmaz.
Tam tersine, bu ülkelerin imrenilecek tek problemleri cari fazlalarını nereye yatıracaklarıdır.
Çin’de bu oran yüzde 35’tir. Bir finansman kaynağının sağlıklı olup olmadığı, söz konusu kaynağın uzun vadeli olması ve ihtiyacın iç kaynaklarla karşılanabilmesiyle ölçülür.
- Başbakan da tasarruf yapılması telkinlerinde bulunuyor ama tasarruflar artmıyor.
Siz hiçbir şey yapmadan “tasarruf yapın” telkiniyle tasarruf yapılmaz. İç tasarrufların arttırılması için ilk koşul, sermaye piyasalarının geliştirilmesidir. Gelişmiş sermaye piyasası olmayan ülkeler gelişmiş ülke sayılamaz. Peki, bu nasıl olacak? Sermaye piyasasına talep yaratacaksınız... Talebi arttırmak için yerli yatırımcı sayısını arttırmanız gerekir. Düşünebiliyor musunuz, 74 milyonluk bir ülkede 200-300 bin yerli yatırımcımız var. Bu sayının arttırılması gerekir. Her ne kadar, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliği Başkanı Sayın Köksal’ın koyduğu 7 milyon kişi hedefi gerçekçi değilse de, bugünkü sayının arttırılması gerektiği tartışma götürmez. Yerli yatırımcıların önemli bir sayıda olması, ekonominin finansman sorununa çok boyutlu çözümler getirir. Yerli yatırımcıların yatırımları uzun vadeli olduğu için, yatırımları kısa vadeli olan sıcak paranın İMKB’deki payını sulandırarak cari açık finansman kaynaklarının efektif vadesini uzatmış olur. Bilindiği gibi, şu anda hisse senetlerinin yüzde 63’ü, Hazine bonolarının yüzde 47’si portföy yatırımcılarının elinde. Bugün Türkiye, cari açığın en azından yüzde 70’ini sıcak para ve diğer kısa vadeli kaynaklarla, örneğin kısa vadeli kredi ile finanse etmek zorunda kalıyor. Bu durum da ekonomiyi dış şoklar karşısında savunmasız bırakıyor.
- Yerli yatırımcı sayısı nasıl arttırılacak?
Öncelikle halkımızı hisse senetleri konusunda eğitmeliyiz. Potansiyel hisse senedi yatırımcıları mevduat ve Hazine tahvillerinin tersine bir garantisinin olmadığını bilmeli. Eğitim konuları uzun vadede geçerli olan risk-getiri ilişkisini ve yatırımcıların mutlaka risklerini dağıtmaları gerekliliğini de kapsamalı. Ayrıca piyasalardan rant sağlamanın ve yolsuzlukların yasal önlemler alınarak önüne geçilmesi de şart.
Geçmişte yaşanan ‘insider trading’ ve diğer yolsuzlukları önleyecek yasaların çıkartılması, daha da önemlisi, tavizsiz uygulanmasının sağlanması gerekiyor.
Bunun yanında, bireysel emekliliğin teşviki ve finansal ürünlere talep bu yolla arttırılmalıdır. Bizdeki bireysel emeklilik katılımcı sayısı nedir biliyor musunuz? 2011 yılının ilk 6 ayında yaklaşık 2.5 milyon. Bireysel emeklilik fonlarında toplanan para ise 13.2 milyar TL, yaklaşık 6 milyar Avro. Oysa sosyal güvenlik bakımından oldukça gelişmiş bir ülke olan Hollanda’da bu tutar 800 milyar Avro. Vergi teşvikleri ile bu sağlanabilir. Bunu başarırsak “tüketim kültürü”nü “tasarruf kültürü”ne dönüştürebiliriz.
- Bu işin talep yönü... Arz boyutunda yeni enstrümanlar mı devreye sokulmalı?
Bunun için yeni finansal ürünler bulmamız lazım. En önemli kaynak, hisse senetlerine dönüşebilir özel sektör tahvillerinin çıkartılması… Bildiğiniz gibi tahvil piyasamız çok yeni, yanılmıyorsak 2 yıllık. Hazine’nin yüksek finansman ihtiyacı nedeniyle şirketler orta-uzun vadeli kredi piyasasından dışlanmışlardı. Bu durum şirketler için ciddi finansman sıtıları demekti. Bu tür tahvillerin gelişimi ile şirketlerin sermaye maliyetleri de düşer.
‘Cambazlık yapıyorlar’
- Dünyadaki doğrudan yatırımlardan aldığımız pay ne kadar?
Doğrudan yatırımlar pastasının 2 trilyon 175 milyar dolar ile zirve yaptığı 2007 yılına bakmak istiyorum. Bu yılda bizim net doğrudan sermaye girişimiz 19.5 milyar dolar… Yani yüzde 0.9. Sadece Türkiye’ye girişleri esas alsak son 11 yılda 2006 ve 2007 yılları dışında dünya pastasından aldığımız pay yüzde 1’in altında. Az önce söylediğim gibi, ekonomi yönetimi istatistik cambazlığı yapıyor. Dünya her yıl 2 trilyon dolarlık doğrudan yatırım pastası yaratıyor.
Bu pasta dilimlere ayrılıyor. Türkiye’ye bu dilimlerin en ufağı bile gelmiyor. Hatta kırıntısı geliyor da diyebiliriz.
Aslında belki şu “naif” sorunun tam sırası… “Peki, eğer Türkiye’nin ekonomik ve politik ortamı sizin tekrarlamaktan bıkmadığınız gibi bu derece olumlu ise niçin yabancı şirketler anlamlı bir düzeyde Türkiye’de uzun vadeli reel sektör yatırımlarını yapmamakta ısrar ediyorlar? Nasıl oluyor da dünyadaki doğrudan yatırımların yarısı bize benzer ülkelere giderken, bize gelen pay en iyi yıllarda bile yüzde 1’i geçmiyor?”
- Enflasyonda bir tırmanma eğilimi var…
Haklısınız, enflasyonda bir tırmanma eğilimi var. Çekirdek enflasyon yüksek çıktı. Bu da enflasyonun yükselmesi ve dolayısıyla faturanın yine düşük gelirlilere çıkması demek… Son zamlar, Türkiye’nin giderek ağırlaşan gündemi altında yeterince tartışılamadı…