Satır arası...
Diyarbakır Barosu eski Başkanı Sezgin Tanrıkulu kendisinin BDP'den siyaset sahnesine çıkmasını bekleyen pek çok kişiyi şaşırtarak, bir süredir CHP saflarında çalışıyor. CHP'nin insan haklarından sorumlu genel başkan yardımcısı olarak görev yapan Tanrıkulu, bölgedeki tecrübeleri dolayısıyla CHP'nin Kürt politikalarının şekillenmesine önemli katkı sağlayan bir isim. Geçen haftanın en çok tartışılan konularından biri BDP'li siyasilerin nevruz kutlamaları sırasında çizdikleri tablo oldu. BDP Grup Başkan Vekili Bengi Yıldız'ın önce elinde taşla sonra da polis otosunu tekmelerken görüntüleri, BDP Milletvekili Sabahat Tuncel'in Şırnak Emniyeti Güvenlik Şube Müdürü Murat Çetiner'e tokat atması ve ardından başlatılan 'sivil itaatsizlik' eylemi... Tüm bu gelişmelerin ardından hem bölgeyi iyi bilen hem de olaylara dışarıdan bakabilecek bir isim olan Tanrıkulu'nun kapısını çaldık. CHP Genel Merkezi'nde ziyaret ettiğimiz Tanrıkulu, görüntülerin arka planını ve CHP'nin Kürt sorununda nerede durduğunu anlattı.
- CHP'de siyaset yapmanız pek çok kişiyi şaşırttı. Neden CHP?
CHP, kabul edelim ki son 10-15 yıllık politikalarıyla Türkiye'de bazı kesimlerin ve bu arada Kürtlerin sorunlarından uzak kalmıştı. Yeni CHP'de uzak kaldığı kesimlerle, onların sorunlarıyla yeniden buluşma iradesi gördüm. Ben, sol gelenekten gelen bir insanım. Düşüncem, sol bir partinin Türkiye'nin temel sorunlarıyla mutlaka buluşması, tanıması ve bu konudaki doğru politikalarını halka anlatması yolundaydı. CHP olmadan Kürt sorunun çözülemeyeceğini, bu çözümde CHP'nin de olması gerektiğini daha partiyle bağlarım yokken de söylemiştim. CHP'de bu arayışı görünce ve davet alınca reddetmedim.
- BDP ile bir temasınız oldu mu?
Hayır, yakın zamanda siyaseti beraber yapmak için BDP ile temasımız olmadı.
KÜRT SORUNU, EŞİTLİK SORUNU
- Sezgin Tanrıkulu'nun CHP'ye girmesi ne değiştiriyor? CHP'de Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeye yönelik bir açılım olacak mı?
Kürt meselesi, özgürlük, adalet, eşitlik meselesidir. Bir temsil meselesidir aynı zamanda, baraj meselesidir. CHP net olarak baraja karşıdır, Genel Başkanımız barajı yüzde 5'in daha da altına çekilebileceğini ifade etmiştir. İkinci olarak, 'Siyasi partiler yasasının demokratikleşmesi gerekir' diyoruz. CHP, faili meçhul cinayetler, kayıplar ve son 25-30 yılda yaşanan hukuksuzlukların giderilmesi için
6 önerge vermiş bir partidir. Ayrıca, 'Hakikatler komisyonu' kurulması için ocak ayında bir önerge verdik. Bütün Kürtlere sorun, böyle bir yapıyı isterler. CHP net biçimde söylüyor: Geçmişle hesaplaşma açısından bunun önemi çoktur ve barış olacaksa adalet kavramı üzerinde olacaktır. Bunun da yolu savunduğumuz bu mekanizmadan geçer.
- Bunlarla Kürt meselesi çözülür mü peki?
Bunların bazıları sembolik, bazıları travmatik adımlardır. Bunlarla Kürtlerin bu cumhuriyete aidiyet bağını güçlendirir, sorunu barışçı bir zeminde çözme noktasında adım atmış olursunuz. Anlattıklarımın ana muhalefet partisi tarafından dillendirilmesi de çok önemlidir. Adalet duygusunun zayıflığı, vatandaşlık duygusunun zayıflığına neden olur. Eğer siz adaletle ilgili bağı güçlendiremezseniz, insanların cumhuriyetle olan vatandaşlık bağını da güçlendiremezsiniz. Yani Türkiye'yi hiç bir şey bölmez, ama adalet duygusunun gerçekleşmeyeceği noktası böler.
ANAYASA ÖNERİSİ NİSANDA
- Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu dillendiriliyor. Siz, somut olarak ne planlıyorsunuz bu konuda?
Genel Başkanımız 18 Aralık 2010 kurultayında Türkiye'ye yeni bir anayasa vaadinde bulundu. Biz yapılış bakımından katılımcı ve demokratik, içerikte eşitliği, özgürlüğü, adaleti, insan hakları ve demokrasiyi esas alan, sonuç itibarıyla da toplumun sorunlarının çözümünü engellemeyen bir anayasa modelini Türkiye'ye önereceğiz. Bu anayasanın çerçevesini nisan ayının ortalarına doğru Türkiye'ye sunacağız. Ama, AKP gibi 'Gelin, buna oy verin' demeyeceğiz. 'Bu, tartışmaya ve konuşmaya açıktır' diyeceğiz.
- Seçimden önce Kürt sorunu için çözüm önerilerinizi rapor haline getirecek misiniz?
CHP, 1989'da başladığı çalışmayı 1990'da kamuoyuna açıkladı. AKP öncesinde Refah, Doğru Yol, Demokratik Sol Parti... Hiçbirinin Kürt raporu olmamış. CHP böyle bir rapor baskısı altında. Seçim bildirgesi içinde bu geniş biçimde yer alacak. İmkanımız olursa bu bölümü ayrıca yayınlayabiliriz.
- BDP'nin ağırlığını hissettirdiği bölgede, CHP'ye karşı soğukluk yok mu?
O soğukluk önemli ölçüde kırıldı ve 'CHP olmadan bu iş çözülemiyor' algısı oluşmaya başladı. Hatta insanların kafasında 'Bu meseleyi çözerse CHP çözer' algısı oluşmaya başladı. Baraj ve 'Hakikat komisyonu' meseleleri önemli. Bunu ana muhalefetin söylemesi önemli.
ADAYLIK YERİM NETLEŞMEDİ
- AKP ve BDP peki?
15 yılın yükünü üç beş ayda atamayız. Aynı zamanda gerçekçiyiz. Orada iki siyasal parti var: BDP ve AKP. Biz tüm seçmenlerimize kendi çözümlerimizi anlatarak, başka bir yol arayışı içindeyiz. Bahsettiğim önerilerimizle bu yolu iyi döşemeye başladık. Yani, artık bölgede bu iki siyasi aktörün dışında üçüncü bir aktör de var. O da sol ve sosyal demokrat görüşleriyle CHP.
- CHP'nin bölge için hedefi nedir? Diyarbakır'da ne yapacaksınız mesela?
Biz, CHP olarak Diyarbakır'dan milletvekili çıkaracağız. İddialıyım, iddialıyız. CHP Diyarbakır'da milletvekili çıkaracak.
- Siz nereden aday olacaksınız peki? Diyarbakır'dan mı? Kulislerde başka bir şehirden olacağınız konuşuluyor...
Bu kulis bilgilerini de gazetelerden okuyorum. Ama bizim yetkili organlarımızda hiçbir şekilde Genel Başkan ya da kurul üyeleriyle bu konu konuşulmadı henüz. Kararı onlar verecek. Daha netleşmiş bir yer yok.
9 YIL SONRA DİYARBAKIR'DA
- Diyarbakır, CHP mitingine hazır mı?
Hazır. Genel başkanımız temmuz ayında geldi. Mardin'e, Ağrı'ya, Kars'a, tüm bölgeye beraber gittik, ilgiyi gördük.
- Takvim belli mi Diyarbakır mitingi için?
Nisan sonundan itibaren seçim takvimi başlayacak. Muhtemelen mayıs ayında Türkiye'nin bütün kentlerine gideceğiz. Etkili adaylarımızla birlikte Diyarbakır'da da, Şırnak'ta da, Hakkari'de, Van'da da tüm bölgede mitingler yapacağız.
- Tepki görmekten endişe etmiyor musunuz?
Kesinlikle hayır. Bakın, Diyarbakır'a gittik, Şırnak'a gittik, herkesle görüştük. Öncesinde belki çok olanaklı değildi, ama insanlar bizden beklentilerini açık biçimde duymak istiyorlar. Türkiye içinde bir arada kalarak ve bu kutuplaşmanın ötesine nasıl geçebileceğimize dair çalışmalarımızın sonuçlarını, seçim bildirgemiz ve raporumuzda göreceksiniz.
TÜRBAN GÜNDEMİMİZDE YOK
- Bizim seçimlerde türban gibi bir gündemimiz yok. Kendi gündemleri olan siyasal parti bu konuda görüşlerini açıklasın. Türkiye'de her şeyi yapmaya muktedir bir siyasi parti var. Gazeteleri basmaya, matbaaları basmaya, insanları sabah saat 00.5'te gözaltına almaya. Bütün Türkiye'yi olağanüstü yönetmeye. O siyasal iktidar, anayasayı, yasaları, Meclis iç tüzüğünü değiştirme imkanına sahip. Bunu başörtülü kadınlar soruyorlar. Sayın Başbakan açıklasın, bizim gündemimizde böyle bir şey yok.
Görüntüler sivil itaatsizlik felsefesine uymuyor
- Siz bölgeyi çok iyi bilen bir isimsiniz ve biraz gergin bir hafta geçirdik.
Önce elinde taş olan milletvekili ve polise tokat, ardından sivil itaatsizlik eylemi... Bölgede neler oluyor?
Seçim var, toplumun bir kesiminin de talepleri var. Taleplerini, çeşitli yöntemlerle anlatmaya çalışıyorlar. Bunun üzerinden oluşan bir gerginlik var. Ben şiddete karşı olan bir insanım. Dolayısıyla o görüntüleri uygun bulmak mümkün değil, kamu görevlisine tokat atmak son derece üzücü bir tablo. Ben olsam, yarattığım bir şeyden dolayı birini üzmüşsem, özür dilerim. Bilerek ya da bilmeyerek bir insana şiddet uygulamışsam, özür dilerim. Bu cesareti ve olgunluğu gösteririm, fakat işin diğer tarafı görülmüyor.
- Ne var diğer tarafta?
Türkiye'de bu iktidarla beraber polisin uyguladığı bir şiddet var. Bunu sadece Diyarbakır'da Şırnak'ta, Silopi'de değil, İstanbul, Ankara'da da uyguluyor. Orantısız güç kullandığı bir şiddet var. İşçileri, öğrencilere, kadınlara uyguluyor, milletvekillerine biber gazı sıkıyor. Silopi'de halen bastonla gezen milletvekili var, kalça kemiği kırılan bir vekil var. Hükümetin kutuplaştırıcı ve gerginleştirici uygulamalarından vazgeçmesi de lazım.
ÇATIŞMANIN EN SAYGIN HALİ
Sivil itaatsizik bir anlaşmazlığın, görüş farklılığının barışçı bir şekilde kurallara uygun olarak reddedilmesi, insanların görüş farklılıklarını barışçı yöntemlerle ortaya koyması, diğer bir deyişle de 'çatışmanın en saygılı hali.' Bu, bütün dünyada başvurulan yöntemlerden bir tanesi. 1955'te ABD'de siyah kadın otobüste yerini beyaz kadına vermeyi reddedince tutuklanmış ve protesto olarak şehirdeki tüm siyahlar bir yılı aşkın süre otobüslere binmeyi reddetmişti. En bilinen sivil itaatsızlık eylemi buydu. Sivil itaatsızlik sonuç itibarıyla adaletsizliğin giderilmesini amaçlıyor. Ama maalesef Türkiye'deki görüntüler sivil itaatsizliğin felsefesine uygun değil.
- Bu gerilim ortamına nasıl geldik dersiniz?
Adını ne koyarsanız koyun, Nisan 2009'da başlayan bir siyasal operasyon var, belediye başkanları, il genel meclisi üyeleri tutuklandı, iki buçuk yıldır hapisteler. Bu durumun toplumda yarattığı müthiş bir öfke ve gerginlik var. 'Bunun karşılığı şiddet olsun' demiyorum, olamaz... Sadece Diyarbakır'da değil, tüm Türkiye'de insanlar taleplerini şiddete başvurmadan dile getirdiklerinde hükümetin zulmüyle karşılaşıyorlar. İstanbul'da öğrenciye, Ankara'da işçiye yapılan zulüm, Diyarbakır'da öfke patlamasına neden olabiliyor.
- Ne kastediyorsunuz tam olarak?
Daha dün bir gazete basıldı. Kitap aranıyor Türkiye'de. Böyle bir hukuksuz ortam var. Hükümetten hiç kimse 'Bu yargının meselesidir, biz karışamayız' diyemez. Yargının önüne bu meseleyi kim götürüyor? Polis. Polis kime bağlı? İçişleri Bakanlığı'na. O kelepçe görüntüsünün bütün Kürtlerin, bütün Türkiye'nin vicdanında yarattığı olumsuzluğu tahmin edebiliyor musunuz?
- BDP seçmeninin ruh hali nasıl bugün sizce?
Klasik BDP'li seçmendeki algı şudur: 'Bize siyaset yapma kanallarını kapatıyor hükümet. Temsilcilerimiz gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. , yargılamalar bu şekilde yapılıyor. Adım attığımızda cezaevine konuluyoruz. Seçim sonrası başımıza ne gelecek belli değil.' 25 yılın birikimi üzerine böyle bir tablonun insanların ruhunda yarattığı tahribatı Türkiye'nin görmesi lazım... 80-90'ların baskı ortamı yeniden yaşanıyor, cezaevlerinde bu kadar çok tutuklunun olduğu başka bir dönem olmamıştır. Tutuklamanın cezalandırmaya dönüştüğü başka bir dönem yaşanıyor.
Gerginlik seçime kadar artarak devam eder
- SEÇİME kadar gerginlik artarak devam edecek. Biz Halk Partisi olarak bu gerginliğin dışında üçüncü aktör olarak çözüm önerilerini bütün Türkiye'ye anlatarak, İstanbul'a da Diyarbakır'a da anlatarak yeni bir hat çizmeye çalışacağız. Ama bu gerginliğin dışında duracağız.
'Habur'un avukatı' diyen gazeteciyi de biz savunduk
- YANLIŞ olan Habur'dan gelişler değil, Habur'da olanlardır. İnsanlar Türkiye Cumhuriyeti'ne yasal yoldan girip, silahlarını bırakıp 'Evet, biz yeniden siyasal ve sosyal yaşama katılmak istiyoruz' diyorlarsa, bunda sorun yoktur. 25 yıllık meslek yaşamımda çok değişik siyasal görüşlerde olan, farklı suçlar işlemiş insanların avukatlığını yaptım. Önemli olan özdeşleşme dediğimiz, siyasal çizginin savunuculuğunu avukatlıkta yapmamak, yani hukuksal zeminde kalmak. Bana 'Habur'un avukatı' diyen gazetecinin de avukatlığını yapmışız kendisi Sabah gazetesinde çalışırken. Belki bundan haberi yoktur, ama avukatlığını büromuz yapmış. Avukatlık mesleği üzerinden siyaseti kurgulamak doğru değil.
Gazete baskını hukuksuzluğu gösterdi
- Türkiye Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklamalarıyla yaşanan hukuksuzlukları tüm çıplaklığı gördü. Yayınevlerine ve gazete binalarına yapılan baskın Türkiye'de demokrasinin bu iktidar döneminde ayaklar altında süründüğünü ortaya koydu.