“El alem ne der” endişesi taşımıyorum

Bu kez, Türkçe’ye ‘ikoncan’ sıfatını kazandıran Eda Taşpınar’la bir araya geldim. Loreal Matrix projesinin yüzü olmuş, il il gezerek kadınlara sihirli değneğini değdiriyor, onları baştan aşağı yeniliyor. Bu röportajın sonunda Eda Taşpınar’ın sırrını da bi

- Evet. Matrix’le güzel bir projeye imza attık. Birlikte dört şehir gezdik. Projeye katılmak isteyen kadınlar Matrix kuaförlerinden randevu alıyor. Yanlarında gardıroplarından üç tane kıyafet getiriyorlar. Orada hangi kıyafet onlara daha çok yakışır, hangisi vücutlarını en iyi şekilde gösterir, bunlardan başlıyoruz, tenlerine en uyumlu makyajı anlatıyoruz. Ve en önemlisi saça geçiyoruz. Genellikle hayat tarzlarını öğrenip, onlar için en elverişli saçı seçiyoruz. Sonra en güzel kıyafetlerini giyiyorlar ve beraber fotoğraf çektiriyoruz.

Hangi şehirlere gittiniz? 
- Ankara, İzmir, İstanbul, Manisa. 

Anadolu’ya gitmeyi düşündünüz mü hiç? Bu projeyi Türkiye geneline yaymak ve o şehirlerdeki kadınlarla bir araya gelmek güzel olabilir...
- Tabii, kesinlikle. Çok enteresan olabilir. Oturup da 5-10 dakika konuşmanın sonucunda bile kadınların gözlerindeki o parıltıyı görüyorsunuz. Bize güvenir ve kendini elimize bırakırsa, güzel sonuçlar alıyoruz. Bu arada ben tek başıma karar vermiyorum. Biz bir ekibiz. Ben bir şey söylüyorum, eğer altı kişi birden “Evet” derse, saçının rengini ve kesimini değiştiriyoruz. İnanılmaz sonuçlar alıyoruz ve çok memnun kalıp gidiyorlar. Kimse de “Kahretsin” demiyor. Bu çok hoş. Saçı değişen kadınların yürüyüşü de değişiyor. Çünkü kendilerine güvenleri yerine geliyor. Üzerinize yakışan bir şeyle bir yere girdiğinizde bambaşka bir enerji bırakıyorsunuz. En önemlisi de o bence.

Bütün davetlerde birbirinden şık kadınlar var. Ama gazetelerde sizin fotoğraflarınız daha büyük kullanılıyor. Sizin stil sırrınız ne?
- Sağ olun ama hiçbir sırrım yok. İçimden nasıl geliyorsa öyle giyiniyorum. Bir de bende “El alem ne der” endişesi yok. Bu tür şeyleri düşünmeden, canım nasıl istiyorsa öyle giyiniyorum. Farklılık olsun diye farklılık yapmıyorum. Onun için de giydiklerim üstümde fazla durmuyor. Ruh halinize göre giyindiğinizde eğreti görünmüyor.

Sizi ne söyleyip ikna etti Loreal yetkilileri?
- İkna etmelerine hiç gerek kalmadı, çünkü çok sevdim projeyi. “Tamam hemen yapalım” dedim. Çünkü insanların hayatlarına azıcık da olsa dokunmayı seviyorum. Bu projede karşımıza çıkan insanlar da o kadar şekerdi ki... Tabii randevu alan kişi, aynı zamanda sizi seven kişi... Geliyor, konuşuyor, bir şeyler anlatıyor. Hakikaten keyifli geçiyor. Ama sizin dediğiniz gibi Anadolu’yu gezmek isterim. Anadolu’dan ne cevherler çıkar kim bilir!

Her şeyden önce psikolojik açıdan bakıyorum; birilerinin hayatında bir şeyler değişebilir belki.
- Aynen öyle. Biz saçlarını değiştirmeden evvel işini, eşini, çocuklarını anlatmasını istiyoruz. Çünkü eşi istemeyebilir o değişikliği. Üzmek de istemiyoruz kimseyi. O anda oraya gelir, değişim ister, eve gider üzülür. Oturup sohbet etmeye zamanımız var. Kimseye karşı “Haydi saçın yapıldı, bitti” gibi bir tavrımız da yok. Orada bir empati kuruluyor. Yanlarında çok farklı, alaturka kıyafetler de getiriyorlar. O da bir tarzdır. Eğer yakışıyorsa, onu seçiyoruz. Styling dediğimiz şey budur. Kendinize göre olanı seçmek değil, karşınızdaki insanın rahat edeceği ve vücut potansiyelini kullanacağı en iyi şeyi seçmek. Ve o yüzden sonuçtan çok memnun kaldıklarını görüyorum.

SIFATLARDAN DAHA FAZLASIYIZ

Sizce de siz ‘ikoncan’ mısınız?
- Sıfatları seviyoruz ama herkese bir sıfat yapıştırmak doğru değil. Hepimiz sıfatlardan daha fazlasıyız. Bir fotoğrafla kimseyi tanıyamazsınız. O yüzden bir fotoğraf üzerine verilen sıfatlara karşıyım.

Ama bu da sizinle yerleşti dilimize.
- Bir gün barda oturuyorduk. Ender vardı, barın sahibi. Dedi ki; “Herkese ‘stil ikonu’ deniyor. Ben sevdiklerimin isminin ardına can eklerim. Sana da ‘ikoncan’ diyelim bundan sonra.” Mekandan çıktık, birkaç kişi arkamdan ‘ikoncan’ diye bağırdı, gazeteciler de bunu duydu. Beni tasvir etmiyor, çünkü bu bir takma isimdi. Ama şu anda sözlükte yerini aldı neredeyse! Onun için sıfatlara karşıyım diyorum. Takma isim olarak kalsaydı sorun yoktu.

Moda üzerine eğitim aldınız mı?
- Evet, ben Londra’da London College of Fashion’da bir sene okudum. Sonra beş sene Central School of St. Martins’de styling okudum.

Gündemimize Eda Taşpınar ismi ilk düştüğü zaman bu işleri meslek olarak yapıyor muydunuz peki?
- Yok, daha çok tasarıma yönelmiştim. Sonradan styling yapmam gerektiğini düşündüm, çünkü sokakta da sormaya başladı genç kızlar. Mesela bir dükkana gidiyorum, eline bir şey almış; “Bu nasıl olur bana” diyor. “Giy gel de bakalım” diyorum, şaşırıyor. Sonra “Madem ben bunu günlük hayatta da yapıyorum, böyle projelerde neden yapmayayım” diye düşündüm. Eğer karşınızdakini mutlu edebiliyorsanız, bu çok keyifli bir iş.

Çok zorlandığınız oluyor mu? Bazılarının köşeleri serttir, değişmez.
- Evet ama ona da yapacak bir şey yok. Çünkü yaşam tarzı denen bir şey, alıştığı bir hayat var. Onun da çok dışına çıkmamak lazım. “Mutlaka değiştireceğim” diyerek insanların o köşelerini törpülemek bazen iyi olmayabilir. Oturup konuştuğunuzda bunu anlıyorsunuz ve ısrar etmiyorsunuz o zaman. En önemli şey onun mutlu olması. Ben ona bir şey giydiririm ama eğreti hissederse mutlu olmaz ki! O zaman da diyorum; “Tamam, bari bu böyle olsun ama bunu da şöyle yapalım.” Onu kabul ettiği sürece bir tık yol almış oluyor.

EKRANDA OLMAYI ÇOK SEVİYORUM

Başka neler yapıyorsunuz bu projenin dışında? Reklam yıldızısınız son zamanlarda.
- Güzel reklamlar çektik. Benim de çok hoşuma gitti. Bunun dışında dünya çapında bir markayla üç yıllık bir anlaşma yaptım. Tasarımlar hazırlayacağız ve satışa sunulacak. Bu dönem biraz daha tasarıma dönüş dönemim olacak. Bayağı kapsamlı bir proje. Sonra sürpriz bir projem olacak internetle ilgili. Hazırlanma döneminde şu anda.

Kader ne kadar acayip bir şey değil mi?
- Çok acayip! Bir kere büyük konuşmamak lazım. Çok enteresan hayat. Bir anda her şey değişebiliyor ama bunu da siz nasıl yapıyorsunuz, çok çalışarak ve çok isteyerek.

Sizin ‘büyük konuştuğunuz’ bir şey var mı?
- Büyük konuşmuyorum ben. Öyle köşelerim yok. Çok rahat ve açığım, önyargılarım yok.

Artık ünlü birisiniz...
- Ben öyle hissetmiyorum.

Ama öylesiniz. Ekran sihirli bir kutu. 81 ilde insana ulaşıyorsunuz.
- Bu konuda Acun’a (Ilıcalı) çok teşekkür ederim. Bana ses oldu. Belki de dediğiniz gibi bu projede de beklediğimizin üstünde bir katılım oldu. 80 yaşındaki teyze de, 15 yaşındaki genç kız da geldi.

Ünlendiğinizi ilk kez nasıl anladınız?
- Zaten hissediyorsunuz ama benim öyle bir şeyim yok. İnsanlar yanıma geliyorlar, ben sanki arkadaşımmış gibi normal konuşuyorum. Şaşırıyorlar. Neticede hepimiz insanız. Ünlü, ünsüz ne fark eder!

Televizyon projeleri var mı yakında?
- Ekranda olmayı çok seviyorum. İnşallah yakında da moda programına başlayacağız. Ama kanal daha belli değil.

80 YAŞINDAKİ ANNEANNEM GÜNDE 1,5 SAAT YÜRÜYOR

24 saat yetiyor mu size?
- Yetiyor. Sporumu da yapabiliyorum, kendime vakit de ayırabiliyorum.

Her gün yapabiliyor musunuz spor?
- Haftanın dört günü ağırlık çalışıyorum, beş gün de koşuyorum. İnsan olabileceğinin en iyisi olmaya çalışmalı. Hepimizden güzel, hepimizden çekici insanlar var etrafta ama potansiyelimizi en iyi şekilde kullanmak zorundayız. Ayrıca bu beden bize ödünç verilmiş, buna da iyi bakmak zorundayız. Onun için yapacağınız bir numaralı şey spor. Mesela kadınlar geliyorlar, incelik takıntıları var. Herkes zayıf ve manken gibi olmak zorunda değil. Şunu aşılamaya çalışıyorum; spor yapın, sıkı olun, sağlıklı olun. Kalçanız tabii ki olacak. Kadın dediğin kalçalı olur. Dümdüz olmamalı.

İnce uzun olmanın avantajını da yaşıyorsunuz tabii...
- İnce uzunum ama 63 kiloyum. Vücudumda kas, yağdan daha yoğun. Sporu bir yaşam tarzı haline getirmek lazım. Görüntüden çok sağlık açısından.

Ne yazık ki yetişme tarzımızda böyle bir şey yok. Yabancılar 80 yaşında eşofmanıyla koşuyor. Bizde ise sadece güzel görünmek için spor yapılıyor.
- Benim anneannem İsveçli ve 80 yaşında. Her gün 1,5 saat yürüyor. Ama bizde de yeni nesil farklı. Giyim tarzlarında daha cesurlar artık. O sınırlar yok onlarda. Daha Avrupailer.

BORA’NIN OTELİNİ BEN DEKORE ETTİM

Bora Kozanoğlu ve siz, Türkiye’nin birbirine en çok yakışan çiftlerinden birisiniz. Nasıl gidiyor ilişkiniz?
- Çok mersi, teşekkür ederiz. Süper gidiyor. Bora bir otel açtı. Sörf okulu devam ediyor. Onun da güzel projeleri var. Haftanın iki günü gidiyor, sörfünü yapıyor. Stresten uzak. Sonra geri geliyor. Her şey çok güzel.

Otele sizin de eliniz değdi, değil mi?
- Evet ben de dekorasyonunu yaptım. Çok da keyif aldım. Benim için yeni bir bölgeydi. Esasında hepsi bir bütün. Siz moda ve tasarımla alakalıysanız, o gözünüz varsa zaten dekorasyon da yapabiliyorsunuz. Tabii tarzınıza göre.


İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Küçükçekmece Haberleri