- Televizyon ekranlarından tanınmış olsanız da aslen tiyatro sahnesindesiniz. Nasıl başladı tiyatro macerası?
- Kulise doğdum diyebilirim. Annem Buket Borak Devlet Opera Balesi’nde balerin, babam Selçuk Borak koreograf, kardeşim Selim ve eşi Esra da yine sahne sanatlarında. O yüzden benim farklı bir meslek dalı seçmem herhalde şaşırtıcı olurdu. Çocukluğumdan bu yana hep bale seyrettim, hatta kısa bir süre yaptım da. Aileden gelen esneklik ve yatkınlık vardır. Bu da benim büyük hazinem. Sekiz yaşında şehir tiyatroları çocuk birimine girdim, hâlâ da tiyatroyla devam ediyorum. Çoğu insan olmak istediği şeyi okuyor, olmak istemediği şeyden para kazanıyor. Ben, sevdiği işi yapan nadir şanslılardanım.
- Bu sezon, iki oyunla izleyiciyle buluşuyorsunuz. Doğum Günü Partisi ile başlarsak, nedir yansıttığı dünya?
- Harold Pinter’ın ileriyi şaşırtıcı bir şekilde görüp yazmış olması çok ilgi çekiyor. Sanki daha dün yazılmış gibi bir oyun bu. İnsanın kendi iç dünyasına kapanması, dünyayla iletişimini koparmak istemesi ve hatta yarattığı bu dünyayı gerçek dünya sanmasını anlatıyor.
AT GÖZLÜKLERİNİ ATMAK GEREK
- Günümüzde nasıl bir ortamın olduğundan söz edebiliriz?
- Günümüzde bu bahsettiğimiz insanlar çok fazla. Halbuki takıp da mutlu olduğumuz at gözlüklerini atıp, doğru bakabilsek herkesin içinde olan o yaratıcılık çok daha fazla ortaya çıkacaktır. Çok insan yaşıyor bu durumu. Belki büyük şehir bunu gerektiriyor, insan da istemeden ona kapılıyor, bilemiyorum. Ama konuşmadığımız, tartışmayı kavga sandığımız, bir fikir üzerine kafa yormadığımız için adım atamıyoruz.
- Sanatla iç içe olan bir ailede büyümüşsünüz. Sanat sohbetleri, paylaşımlar... Bugüne baktığınızda bir şeylerin eksikliğini duyuyor musunuz? İletişim ne boyutta artık?
- Çok ihtiyacımız olan bu teknoloji, bir yandan da bizi bir adım geriye atıyor. Çünkü iletişimimizi koparan, aslında iletişim sandığımız o büyük teknolojik dünya, bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Herkes küçük kutucukların başında. Sadece mesleki değil, gündelik yaşamımız da bu çıkmazda. Ne kadar acı, öyle değil mi? Sosyalliği unutuyoruz, konuşmayı tartışmayı bilmiyoruz, sürekli geriye gidiyoruz. Pesimist olduğumu düşünmeyin, bu çok net bir gerçek.
- Bu anlamda kaçındığınız şeyler var mı?
- Ben, saygıdeğer duruşu, saygıyı yitirmemenin derdindeyim. Hep bir omuz daha önde olma çabası ne kadar yorucu. Mesleki olarak da insan olarak da kaygım bu. Oysa çok güzel şeyler de oluyor hayatta. Genç, yetenekli sanatçılar, onların çalışmaları var. Bunları görmek gerek. Yazılan tek bir cümle, çekilen tek bir kare fotoğraf bile beni heyecanlandırıyor aslında.
Müzikal hayalimdi
- Doğum Günü Partisi oyununda, hem oyuncu hem de yönetmen yardımcısısınız. İşin başka alanlarında da bulunmayı düşünüyor musunuz?
- Daha önce çocuk oyunu yönetmiştim, şimdi de yönetmen yardımcılığı yaptım. Zaten bunu tiyatroda hep yapıyoruz. Başka alan olarak yazıdan söz edebilirim. Elim nacizane kalem tutuyor. Yazmak istediğim bir iki hikâye var. Gün gelir, belki onları yazarım. Ayrıca müzikalde oynamayı çok istiyordum. Şimdi o da Kabare'yle hayata geçiyor.
- Nasıl hikâyeleri arıyorsunuz, nasıl projelerde yer almak istiyorsunuz?
- Farklı ve yaratıcı işler görmek istiyorum. Kendini tekrar eden işler olunca üzülüyorum.
- Size göre izleyici televizyonda neyi arıyor, sinema ve tiyatroda neyi? İlgi neye göre dağılıyor?
- Benim kendimce bir tezim var bu konuda. İnsanlar televizyonda ağlamayı, tiyatro ve sinemada gülmeyi istiyor. Bunu çoğunluk için söylüyorum tabii.
- Bunun nedeni nedir peki?
- İnsanlar şükretmeyi seviyor olabilir. İyi ki böyle bir hayatımız yok, iyi ki bunları yaşamıyoruz diye. Ama sinema ve tiyatronun yeri ayrı. Tıpkı bir kitap gibi her dönem okuma yapabilirsiniz.
- Siz kalıcılığı nerede yakalamak istiyorsunuz?
- Öyle bir derdim yok. İstediğim, işimi iyi yapabilmek ve insanların yaptığım işe değer vermesi. İsimden ziyade beni mutlu eden bu olur. Hatta Selçuk Borak’ın kızı denmesini, bakın bu bey Özge Borak’ın babası denmesine tercih ederim. Çünkü yıllardır büyük bir emek veriyor ve çalışıyor. Önemli olan da emektir zaten.