'Meclis türbanlı erkek kaynıyor!'

Tüm soruları tam da kendisinden bekleneceği gibi lafını sakınmadan yanıtladı Yılmaz Özdil. Neden hiçbir zaman gazeteci olmak istemedi? Neden gazetecilerle arkadaş bile olmak istemiyor? Türkiye'de oluşan baskı atmosferinden şahsen nasıl hiç etkilenmiyor? O

Gazetelerin çoğunun neden 'angut' gibi olduklarını düşünüyor? Ona göre neden türbana en çok AKP karşı? Neden Mustafa Balbay'ı, Tuncay Özkan'ı, Ahmet Şık'ı yazmıyor da Nedim Şener'i yazıyor ve bir de üstüne kefil oluyor? İddianameye göre neden hafıza kaybı yaşıyor? Temel Reis'i bile gözaltına alanlara ne diyor? 'İdrak yolları enfeksiyonu vardır' dediği Türkiye'ye tedavi önerisi ne? Ona göre Bahçeli'nin başına ne gelecek? Amerika neden bize solucanmışız gibi bakıyor? Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazılarından derlenen İsim-Şehir-Hayvan adlı kitabını merkeze alarak yaptığımız söyleşide bu soruların yanıtlarını bulacağınız gibi yaklaşan seçim öncesi öngörülerini de okuyacaksınız usta gazetecinin. Özdil'le İsim-Şehir-Hayvan'ı konuştuk.

-Türkçenin lafı gediğine oturtan çok kalemi yok gazetecilikte. Her yazınız mizahla çıktığınız yeni bir ring adeta.

- Buna aslında bir tek Yılmaz Özdil olarak bakmamak lazım. Çünkü biz sadece Fatih Sultan Mehmet'in, Barbaros'un torunları değiliz aynı zamanda Nasrettin Hoca'nın, Yunus Emre'nin de torunlarıyız. Hayata gülümseyerek bakmayı da bilmek geleneğimizde var. Biz buyuz. Ben sıradan bir vatandaşım, gazeteciliğin bana eklediği veya çıkardığı özel bir durum yok. Türkçe yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan bir dil. Ama aynı zamanda konuşulduğu gibi de yazılan bir dil. Ben de nasıl konuşuyorsam öyle yazıyorum. İnsanlar da konuştukları dilden yazıldığı için anlıyor.

'Baskı kuranlar bedelini öder'

- Günümüzde yabancılaşmamış ve çözülmemiş kalan gerçek gazetecinin vay haline! İşiniz zor'

- Vız gelir tırıs gider! Türkiye'de oluşan baskı atmosferinden şahsen hiç etkilenmiyorum. Çünkü bu mesleği yapayım, köşemi, koltuğumu koruyayım diye bir iddiam ve bir beklentim yok. Yarın sabah huzur içinde bu işi bırakabilirim. Hiçbir zaman gazeteci olmak istemedim. Sigortalı bir işe ihtiyacım vardı, babam Yeni Asır'da çalışıyordu. Üniversiteye girdiğimde bir yandan çalışmak zorundaydım. İşe girdim, gazeteci oldum. Babam kamyon fabrikasında çalışıyor olsaydı belki de oraya girerdim.

- Bunca yıl gazetecilik kanınıza işledi sonuçta, baskılar dolayısıyla meslekten uzaklaştırılsanız bu kanınıza dokunmaz mı?

- Elbette dokunur ama bu özelinde gazetecilikle ilgili bir şey değil, işini iyi yapma iddiasıyla ilgili bir şey. Tekstille uğraşsaydım en iyi kumaşı üretmeye çalışırdım. Gazeteciliği de en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Ama bu kafama göre atıp tutuyorum demek değildir. Kimseye haksızlık etmem. Yazılarımı baskıya girmeden önce, bir bilgi yanlışı, rencide edişi bir ifade veya hukuk dışı bir konu varsa beni uyarsınlar diye muhabirden Uğur Dündar'a, Hürriyet'in sayfa sekreterinden yazıişleri müdürlerine kadar herkese okuturum. İşini iyi ve doğru yapmaya dair bir tutkum var. Geleceğe dair bir planım da yok.

- Yazılarınız geleceğe de uzanan öngörüler ve uyarılar zinciri gibi firesiz. Başbakan Erdoğan 'AB standartlarında bir medya istiyorum' dedi. Ne dersiniz, geliyor muyuz o malum noktaya paşa paşa?

- Gazetelerin böyle yaygın olmadığı, özel televizyon kanallarının, internetin, Twitter'ın, Facebook'un olmadığı dönemlerde belki gazeteler üzerinde baskı kurulabilirdi. Bunlar ilkel düşünüyor, baskılarla yıldırabileceklerini, susturabileceklerini zannediyor, halbuki bunu Pravda bile başaramadı. Gazeteler üzerinde yapılan baskılar sadece kişisel acılar yaratıyor. Bu baskıyı kuranlar da tarihe gömülür neticede, bedelini öder yani.

- İtidalli gitmeye yöneliyor birçok kalem, korku imparatorluğu olayı'

- Yalakalar için yapılabilecek bir şey yok, onlar yarın CHP'li de olabilir. Bir zamanlar Özalcıydılar. Dün Evren'i alkışlayan adam şimdi utanmadan herkesi darbeci ilan edebiliyor. Yalakalar için yapacak bir şey yok ama namuslu, dürüst insanlar için önerim İstiklal Marşı'nı okumalarıdır. Çünkü bütün dünyada 'korkma' diye başlayan tek ulusal marş bizimkidir.

'Artık gazetecilerden de odun çıkıyor!'


- Gazeteciler kanadından bakarsak; 'Sarı Basın' yazınızın girişinde isimler de vererek 'Görünen o ki PKK açılımını gazetecilere yaptıracaklar' diyorsunuz.'Değilizm' yazınızda 'Caniler serbest... Halay çekiliyor. Proflar, gazeteciler içerde... Çıt çıkmıyor. Sanırım masum değiliz. Hiçbirimiz.'; 'Bufalo' yazınızda da 'Vahşi Batı filmlerindeki bufalolara benziyoruz artık. Yanımızdaki vurulup, düşüyor. Göz ucuyla bakıp, yolumuza devam ediyoruz... Ruhsuz... Duygusuz...' diye yazıyorsunuz.

- Çünkü ortalık yandaş yalaka gazeteci kaynıyor! Eskiden odun sadece Samsun sigarasından çıkıyordu şimdi gazetecilerden de odun çıkıyor. Öyleleriyle hiç işim olmaz ama öyle olmayanlarıyla da sık görüşmeyi sevmiyorum. Aslında genel anlamda tırnak içinde gazetecilerle arkadaş bile olmam. Gazetecilerle sohbet etmeyi, aynı ortamda bir arada bulunmayı sevmiyorum. Bu yüzden bazı dangozlar benim için 'asosyal' der. Gazetecilerle birlikte olmak sosyalleşmekse ben asosyalim.

- Neden?

- Birincisi devamlı gazetecilik konuşuyorlar, ikincisi de devamlı kendilerinden bahsediyorlar. (Gülüyoruz.) Dolayısıyla kısırlaşıyorsunuz, bir cemaate aitmiş gibi oluyorsunuz, hücre evi mantığına yakalanıyorsunuz. Habire birbirimizle konuşup, birbirimizi methedince de, habire geri zekâlı gazeteler çıkıyor ortaya. Dostlar birbirini ağırlıyor! Şu anda gazetelerin çoğunun angut gibi gazeteler olmasının bir nedeni de budur. Onun için limon sat gazeteci olma, diyorum şaşırıyorlar. Bunlar öyle bir hale geldi ki artık yedikleri restoranı yazıyorlar, avanta bilet aldıkları sinemanın filmini methediyorlar. Tipik sorudur, bugün anket yapın gazetecilerin yüzde 99.9'u ekmek fiyatını bilmez, vatandaşı küçümsemek için haber yaparlar ama. Bunlar sadece Porsche fiyatını bilir, Aliağaoğlu'nun yaptığı villaların fiyatını bilir, Antalya'da hangi otelde avanta kalınır bunları bilir. İşin kötüsü açılım da bunlara kaldı. Durumdan vazife!

- Yeni tip gazeteciler için mi söylüyorsunuz, plazalar falan hani'

- Hayır, basın tarihinde de okuyorum, bu 1940'da da böyleymiş, 1960'ta da böyleymiş, bu gidişle 2060'ta da böyle olacak. Çünkü üç işi herkes yapabiliyor; müteahhitlik, politikacılık, gazetecilik. Müteahhitlerimizin yaptığı evlerimizin hali ortada, politikacılarımızın memleketi getirdiği durum da ortada. Gazetecilik de öyle. Canı çeken herkes yapıyor. Sokaktan çevirdiğiniz birini bademcik ameliyatına sokamazsınız, hekim olması gerekir. Mahkemeye sokup hâkim, savcı, avukat olmasını isteyemezsiniz. Ama sokaktan çevirdiğiniz birini gazeteci yapabiliyorsunuz. Önüne gelen gazeteci oluyor. Benim mesela bakkallık yapan gazeteci tanıdığım var.

'Nedim Şener'e kefilim'

- Bir de içerde olan gazeteciler var malum. Mesela Nedim'e (Şener) kefil olduğunuzu biliyoruz. Bunu anlatır mısınız?

- Bunu sorduğunuza çok mutlu oldum, çünkü bana çok sık deniliyor ki Mustafa Balbay'ı yazmıyorsun, Tuncay Özkan'ı yazmıyorsun, Ahmet Şık'ı yazmıyorsun ama Nedim Şener'i yazıyorsun. Çünkü tanımıyorum diğerlerini. Suçsuz olduklarına vatandaş olarak inanıyorum ama şahsen tanımıyorum. Tanımadığım bir insan hakkında yazı yazarsam yalaka yazarlardan farkım kalmaz. Onun için diyorum ki bırakın basın özgürlüğü palavrasını falan herkes kimi tanıyorsa ona sahip çıksın. Nedim'in insanlığına, gazeteciliğine, namusuna, dürüstlüğüne, demokrasiye inancına, çetelerle mücadelesine bire bir şahidim. Bundan dolayı da Yılmaz Özdil olarak Nedim Şener'e kefilim.

- 'Pivot Hâkim' yazınız... Ergenekon'un savcısı olduğunu ifade eden Başbakan Erdoğan'ın savcılığını değerlendiriyorsunuz orada ve Adalet Bakanı'nın bu şartlarda değil zabıt kâtibi, mübaşir olmasının bile imkânsız olduğunu dile getiriyorsunuz...

- Şimdi bak o yazım kanıtlandı, çünkü zabıt kâtibi almak için açtıkları sınavda çocukların diplomalarına değil boylarına baktılar, 1.75'ten az olanı almadılar. Şimdi Başbakan boydan kurtarıyor ama Adalet Bakanı kurtaramıyor. İbrahim Kutluay'ı aday adayı yaptılar ne haber? (Gülüyoruz.) Bana göre ilk AKP hükümetinde İbrahim Adalet Bakanı olacaktır. Hidayet ABD'de olduğu için olmadı ama İbrahim tamamdır yani. Sadullah maalesef sıradan milletvekili kaldı.

- 'Ergenekon' adlı yazınızdan anlıyoruz ki iddianameye göre bir hafıza kaybınız var, hatırlamıyorsunuz tanışmadığınız insanlarla tanıştığınızı...

- Aynen. İddianamede Halis Yavuz Işıklar adlı kişinin Mehmet T. adlı birisiyle yaptığı telefon görüşmesi yer alıyor. Bu görüşmeye göre de, biz Uğur Dündar'la Ankara'da Turgut Özakman'ın evinde buluşmuşuz ve Star televizyonunu ulusal bir kanal yapmak için Aydın Doğan bize talimat vermiş. Şimdi bir kere o Halis denen adamı tanımam ama işin hazin tarafı ben Turgut Özakman'ı da tanımam. Bunu kanıtlayana 'Şu Çılgın Türkler' kitabını hediye edeceğim. (Gülüyoruz.) Ben şanslıyım, köşem var bunları yazdım, köşesi olmayan duvara yazsın artık.

'Herif Temel Reis'i gözaltına aldı, komutanı niye almasın?'


- 'Şu an itibarıyla... Hadise Erzincan'da. Dava Erzurum'da. Dosya İstanbul'da. Başsavcı Ankara'da. Bir arpa boyu yol gidilememiş gibi görünmekle beraber, durmak yol yola devam kapsamında, Başsavcı 2 bin 500 kilometre, dosya 5 bin 500 kilometre yol yaptı.' Soruya ne hacet?

- Olur iş mi? Ama böyle giderse daha çoook yolu var.

- Devamı daha da güzel; 'Başsavcı'yla birlikte, Başsavcı'nın kızına ait olan ve gözaltına alınıp dosyaya konulan Garfield, Cindrella, Bugs Bunny, Temel Reis ve Kırmızı Başlıklı Kız'ın da salıverilmesi bekleniyor...' (Gülüyoruz.)

- Cindrella'yı gözaltına aldılar Türkiye'de düşünün yani. Aynı konu mesela diyorlar ki koskoca Kuzey Deniz Saha Komutanı'nı aldılar, tutuklanır mı? Kardeşim herif Temel Reis'i gözaltına aldı oramirali niye almasın!

- 'Türban' yazınız... Ne gramer ama!

- Başından sonuna kadar gramer olarak yanlış yazılmış tek yazıdır ama başından sonuna kadar da anlaşılır. Türkçeyi doğru kullandıklarını düşünen fikir kabızları anlaşılmazken başından sonuna kadar yanlış yazılmış bir yazıyı anlayabilecek zekâya sahiptir Türk halkı.

- Bilinçli düşürülmüş akrostiş, yazım hataları, bozuk dil, düzen, yapı aslında başlı başına bir yanıt..

- Türbanın gerçek anlamı budur zaten. Herhangi bir cümlenin başına ve sonuna 'türban' koyduğunuz zaman aklınızda sadece 'türban' kalır. Bunlar onun için siyaseten her sıkıştıkça 'türban' diyor. Aslında 'türban'a en çok karşı olanlar bunlar. Çünkü türban eşittir kadın demek. Bunlar kadına karşı, kadının özgürleşmesini, üniversite okumasını, sosyal hayata katılmasını en çok bunlar istemiyor. Türbanlı veya başörtülü kadının üniversitede okuma hakkını savunma sebebim de budur. İllaki eğrisi doğrusuna gelecektir. Bunları sadece kadınlar yenebilir. Türban takan ya da başörtüsü takan kadınları kendi demirbaşları zannediyorlar.

'Yurtseverin salağı hainden fazla zarar veriyor!'

- Kadınlar türban konusunda kandırılıyor mu, bu kadar saflar mı?

- Kandırıldıkları falan yok. Eğitim sistemimizde bir problem var, temel olarak düşünmeyi öğretmiyoruz, sorgulamayı teşvik etmiyoruz. ABD'de şöyle bir soru var: 'Başımıza gelen felaketlerin hangisinin sorumlusu zencidir?' Beyazlar suç işlemez mi, işler ama hep zenciler kötü gösterilir. Bugün Türkiye'de de öyledir. Başımıza gelen felaketlerin hangisi Tansu Çiller hariç kadınların suçudur, örneği yoktur. Bu kafa geri zekâlı erkek kafasıdır. Bıyık kafasıdır bu. Eğitim sadece diplomayla olmaz, olsaydı rahmetli Necmettin Erbakan da profesördü yani. Ya da işte 'Nane Nane, Muz, Çikita' diye şarkı söyleyen Ajdar, o da makine mühendisi. Buyur! İlkokul mezunu olup, yurtsever, sağlıklı düşünen, mantıklı, sağduyulu milyonlar da var Türkiye'de. Kadınların kafası sarılı ya da açık diye tartışırken asıl beyni türbanlı erkekleri görmüyoruz. Meclis'e gidin, bir hayal gözlüğüyle bakının; Tayyip Erdoğan'ın kafasında türban yok mudur? Bülent Arınç'ın kafasında türban yok mudur? Milli Eğitim Bakanımızın kafası açık, asıl türbanlı odur. Türbanlı erkek kaynıyor Meclis! Bana göre Türkiye'deki problem türban ya da başörtüsü sorunu değildir; bunu siyasi avantaja çevirmeye çalışan erkek kafasıdır problem. Peki karşı cephe çok mu akıllı gidiyor? Al birini vur ötekine! Türban konusu başta pek çok konuda sapla samanı birbirine karıştıran karıştırana. Yobazlık sadece şeriatçılıkla olmaz, Atatürkçü yobazlar da var bu ülkede. Yurtseverin salağı hainden daha fazla zarar veriyor yurda.

- Alayına isyan yani! Öyle diyorsunuz kitapta da.

- Alayına!

- 'İdrak Yolları Enfeksiyonu' teşhisiniz' (Gülüyoruz.) 'Son tahlilde değerlerimiz' ne durumdadır diye sorsam..

- Türkiye'de idrak yolları enfeksiyonu vardır, tedavisi de Nutuk'tan geçmektedir. Nutuk okusunlar, şuurları açılsın derim.

- 'CHP' adlı yazınızda siyasetteki gelişmeleri, yaşananları 'geleneksel politikacı satışı müzayedesi'ne benzetiyorsunuz. 'MHP' adlı yazınızda da 'Sıradaki hedef Devlet Bahçeli' diyorsunuz... Hazır seçim de yaklaşıyorken CHP, MHP ve AKP'yi hem kitabınızdaki yazılarınız hem de fikri takip yeni öngörüleriniz bağlamında değerlendirir misiniz?

- Nehir yatağında akar. Eğer nehrin yatağını değiştirme çabası varsa bu bende rahatsızlık yaratıyor. Çünkü normal bir gidiş anormal bir hale getiriliyorsa bu, o gün için farkına varmasak bile yıllar sonra idrak edeceğimiz birtakım olumsuzluklara alet edildiğimizi gösteriyor. Mesela 12 Eylül darbesini halk benimsedi ve anayasaya çoğunlukla destek verdi ama sonradan öğrendik ki halk tufaya gelmiş. Aynı şekilde İsmail Cem'in DSP lideri olacakken Kemal Derviş vasıtasıyla tahrip edilmesini; Mehmet Ağar-Erkan Mumcu işbirliği sonucu baraj geçilip Meclis'e girilebilecekken aniden tahrip edilmesini; Cem Uzan'ın aniden imha edilmesini hatta Muhsin Yazıcıoğlu'nun tam da açılımlar öncesinde esrarengiz şekilde vefat etmesini ve en son Deniz Baykal'ın komployla evine gönderilmesini de normal bulmuyorum. Dolayısıyla MHP'nin başına da bir çorap örüleceğini öngörüyorum. Bu öngörümün ilk aşaması da referandumda gerçekleşti, bizzat MHP seçmeninin bir bölümü, ülkücüler tufaya getirildi. Dolayısıyla Bahçeli'ye de benzer bir operasyon yapılacağını düşünüyorum.

- Mustafa Kemal... Ona 'Mustafa Abi' diye sesleniyorsunuz kimi yazılarınızda. Atatürk en büyük referansınız'

- Ben Kemalistim. Ama sanmayın ki Atatürk'ü hiç sorgulamadım. Tam tersine çok sorguladım. Bize benzemeyen bu sarışın adamın peşinden neden gittiğimizi bir yurttaş olarak çok merak ettim. Atatürk ile ilgili çok okuduğumu iddia edebilirim. Vardığım sonuç da şu: Adam doğru. Doğru işler yapmış, uygulamaları, politikaları, öngörüleri her şeyi doğru. Onun için ona her gün biraz daha fazla sarılıyorum. Aslında AKP politikalarının böyle bir faydası oldu. Bu şerden hayır çıkarmak ya da siyah-beyaz dengesi, ying-yang dengesi gibi bir şey. Bir tarafa bastığınız zaman öbür tarafı bilinçlendiriyorsunuz. İyi ki AKP geldi de milletimiz Atatürk'ün kıymetini bildi.
 

'Bizi Amerika'nın konsomatrisi yaptılar'

- 'Zavallı Türkler' yazınızdan bir alıntı ile devam edelim; 'Türk sorunu var bu ülkede. Empati lütfen... Türk açılımı yapılsın.' Ezberlere bir altın vuruş daha'

- Ben Türkiye'de yaşayan bir Japon da olsaydım, Türk açılımı isterdim, çünkü açılım benim mantığıma göre ezilen, hakları elinden alınan mağdur kitleye yönelik yapılmalıdır. Şu anda Türkler, Türkiye'de mağdur. Bir de neymiş? Mozaikmişiz... Mozaik parçalanır, bence biz ebruyuz.

- Simit Sarayı'ndan Beyaz Saray'a köşklere de uğruyoruz öte yandan. 'Dear Obama...' yazınız örneğin' Hem bu yazıdaki seslenişinizden bahsedin hem de Başbakan Erdoğan'a neler yazardınız mesela?

- Bir kere Tayyip Erdoğan'a yazmam Nutuk hediye ederim o kadar! Obama yazıma gelince' Ben İzmir'de Amerikalılarla büyüdüm. İzmir'de çok sayıda Amerikan varlığı vardır bugün de artarak devam ediyor. Babamın taksi durağı Amerikan Hastanesi'nin yanındaydı. Atatürk Lisesi'nde okudum arkamız high school'du. İngilizce hayatımıza onlarla girdi. İlk çikolatayı Amerikan çamaşırhanesindeki faytoncudan aldığım 25 sentle aldım. Farklı mesleklerden ve yaşlardan çok sayıda Amerikalı arkadaşım oldu. Biri kere şunu çok açık söyleyelim Amerikalılar ne yapıyorlarsa kendi çıkarları için yapıyorlar ve çok da haklılar. Her ulus kendi çıkarı için mücadele eder. Bu konuda Amerikalıların hakkını teslim etmek gerek.

- Irak'ta bir milyon insan öldürdüler..

- O ayrı bir şey o zaman biz de Viyana'ya niye gittiğimizi veya İstanbul'da nasıl oturduğumuzu açıklayamayız. 'Bugün Libya'ya niye gittin?' diye soruyorlar öyleyse zamanında niye gidip Libya'yı aldık? Allah kahretsin ki bunlar süper güçlerin raconudur gerisi romantizmdir. Amerikalılar iş yaptıkları insanda ortalama bir cesaret ve dürüstlük ister, eğer dürüst ve namuslu bir insansa düşmanına bile saygı duyar, bu anlamda delikanlıdırlar yani. Bizim Amerika'yla ilişkimizin problemli olmasının sebebi gönüllü olarak Amerikalıların şamar oğlanı olmamızdan kaynaklanıyor. Bizi Amerika'nın konsomatristi yaptılar. Amerikalıların bize saygı duymamasının, gerektiğinde savaş gemimizi vurmasının, istediği zaman kafamıza çuval geçirmesinin sebebi budur. Türk halkının çoğunluğunun bundan çok rahatsız olduğunu düşünüyorum. Biz kafamızda çuvalla gezmek istemiyoruz. O yazıda da yazdım 'biz kalleşleşmeyeceğiz ama mutlaka bunun intikamını alacağız'. Ama dansöz Nana gibi bir gün Arap prensine kıvır, bir gün Alman Başbakanına kıvır, bir gün Amerikalıyı satıyormuş gibi yap Ruslara, bir gün Rusları Amerikalılara gammazla, bu iğrenç bir duruştur. Solucanmışız gibi bakıyor Amerika bize. 'Ne Mutlu Türküm Diyene' ruhundaki onurlu Türk duruşumuzu gösterebilsek, Amerikalılarla gerçekten dost ve gerçekten bölgeyi yöneten lider ülke olacağız. Ama ülkesini satan o kadar çok adam var ki, bizim gibi dik kafalılarla gerçek bir ortaklık kuracaklarına bizi satan adamlarla işbirliği yapmayı tercih ediyorlar ve çok da haklılar. Ben de Amerikalı olsam aynısını yaparım Türklere. Bu Obama da olsa aynıdır, Bush olsa da aynıdır. Obama eşittir Bush'tur. Süper güçlerin devlet politikaları vardır beğen beğenme. Liderler değişir o ulusal çıkar politikaları değişmez.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Küçükçekmece Haberleri