RÖPÖRTAJ: ELÇİN ALPTEKİN
2004-2009 yılları arasında Beylikdüzü Beldesi Belediye Başkanlığı görevini yapan Vehbi Orakçı ile yaptığımız sohbetimizle karşınızdayım bugün de. Vehbi Orakçı döneminde Beylikdüzü gerek eğitim, gerek spor ve gerekse kültür merkezleri açısından sorunlu ve eksikti. Beş yıllık görev süresinde 6 olan okul sayısına 13 okul daha ilave etti. Beldeye sporda alanında dünya şampiyonlarının çıkmasını sağlayan tesisler kazandırdı. Belediye başkanlığından sonra üniversitede okurken kurduğu şirketinin başına geçti. Şimdi o yurt içi ve dışında yaşam alanları, sağlık, eğitim alanları inşaa ediyor.
Eğitim arzusuyla dolu olan Orakçı, okumak isteyip de okul bulamayan çocuklar için, eğitimlerini bir ömür sürdürmek isteyenler için bir de vakıf kurmuş. Bugün vakfı olan AREV ile Anadolu'nun ihtiyacı olan yerlerinde okullar yapıp devlete bağışlıyor. İki binin üzerinde kişiye de her alanda ücretsiz kurslar veriyor.
Vehbi Orakçı ile, siyaseti, siyasete girme isteğini, eğitimin ve sporun önemini konuştuk. Elbette eski bir belediye başkanı olduğu için, kendisinden sonra gelen belediye başkanlarının performanslarını kritik etmesini de istedim kendisinden.
Erzurum'da başlayan yolculuğunuz sizi Beylikdüzü'ne, ardından da belediye başkanlığına getirdi. Başkanlık öykünüzü paylaşır mısınız?
Ben siyasete 2004 belediye başkanlığı ile başlamadım. 1990-1991 yılında gençlik kolları başkanlığıyla başladım ve sürekli aktif bir konumda oldum. İlçe başkan vekilliği, teşkilat başkanlığı, Milli Gençlik Vakfı başkanlığı gibi görevlerde bulundum. Hatta 1994 yılında Kavaklı Köy statüsünden Beylikdüzü Belde Belediyesi'ne geçişte de bana belediye başkanlığı teklif edildi Refah Partisi tarafından. Ben de 'Olabilir' demiştim. Gerçi kazanma şansı yoktu ama bir aday lazımdı, biz de mühendis olduğumuz ve gençlik kolları başkanlığı yaptığımız için önerildi bize. Daha sonra askerliği yapmadığımız anlaşıldığından dolayı ve yaş da 24 olduğundan dolayı yasal olarak aday olamayacağı kanaati hasıl oldu. Hakeza 1999 yılında gündeme geldi. O zaman da tezkere almam ile aday olmam arasında 10-15 günlük bir fark çıktığından dolayı yine yasal bir engel oldu. Ama 2004 yılında kısmet oldu. 2002 yılında AK Parti %16 oy oranıyla Beylikdüzü'nde çok çok gerideydi. CHP ise %41'le açık ara öndeydi. Biz de bu seçimlerden yaklaşık 15 ay sonra aday olduk. Bu kadar sürede bölgenin seçmen profili değişemez ama buna rağmen %41 oy oranıyla bir mucize gerçekleştirdik. Bunda bizim bölgede mühendis oluşumuzun, işadamı, esnaf, siyasette aktif oluşumuzun ve spor kulübü yöneticisi olmamızın yanı sıra iyi bir ekip çalışmasının büyük etkisi oldu. CHP de %41'den 31'e düşmüştü.
Sizi siyasete iten neydi?
Beni siyasete götüren öyküm biraz dramatik bir öyküdür ve belki trajik boyutu da var. Eğer sizin bir hayat felsefeniz, bir duruşunuz, bir omurganız, bir idealiniz, bir kaygınız yoksa siyasette olmanızın anlamlı olduğunu ben düşünmüyorum. Hatta aileniz, çevreniz, dostlarınız ve eğer varsa inancınız ahiretiniz için çok büyük bir zarardır. Beni de bu anlamda siyasete bağlayan duruş buydu. Bir ideal, bir hedef... Hatta bir söz var, derler ki; 'Siyaset gibi çetrefilli, netameli, her an, her şeyle karşı karşıya kaldığınız mayınlı bir arazide olmanın iki gerekçesi olabilir. Ya büyük idealleriniz vardır katlanırsınız veya çıkarlarınız vardır katlanırsınız.' Ben siyaseti çıkarları için yapan ki, bu çıkarları parantez içinde söylüyorum; maddi şeylerdir, şehvet çıkardır, güç/ego çıkarladır, bu çıkarlar için olanları ben hakikaten kendi adıma lanetliyorum. Ama idealiniz varsa, bir duruşunuz varsa o zaman da siz o siyasette bulunmayı arzu ediyorsunuz ve bulunuyorsunuz.
'Öyküm dramatik ve belki trajik boyutu olan bir öyküdür' dediniz, neydi öykünüz?
Beni siyasete de iten bir öyküdür aynı zamanda. İlk okul, orta okul, lise yatılı öğrenci yurdu, üniversite yatılı... ve ben rahmetli annemi 9-10 yaşındayken, doktor olmadığından dolayı aylarca hasta yatağında yattı ve maalesef hizmetsizlikten, kardan yollar kapalıydı daha sonra filmlerde olduğu gibi kar kızaklarıyla doktora götürüldü ve geç kalındığı için de tedaviye cevap veremedi ve hastaneden cenazesi geldi. Bu çok derin bir iz bıraktı bende. Ki öldüğünde annem 36 yaşındaydı. Gencecik bir insandı. Yani sizin ve benim şu anki yaşımızdan çok daha genç yaştayken vefat etti. Ben hakeza okul olmadığı için okuyamadım ara verdim. Dolayısıyla hem kendi hayatımdaki geç okumanın vermiş olduğu bir motivasyon ve dinamizim hem de rahmetli annemin çekmiş olduğu ızdırap hem de gözlemlerimle; çevrem, akrabam, ülkeme baktığımda bana göre siyaset kurumunun eksik bıraktığı, yanlış bıraktığı, hatalı yönetmekten dolayı yaşanan mağduriyetlerden dolayı, yüzlerce, binlerce, on binlerce insanın mağdur olduğunu gördüm ve ben de ülkem adına 'neden bu konuda bir üreten olmayayım, neden bu siyaset mekanizmasının içerisinde olmayayım' diye hayaller kurmaya başladım. Lise yıllarından beri bu konuya zaman ayırdım, kitaplar okudum. Ve lise sondan itibaren de aktif görevler aldım.
Belki biraz da; "Ben bu Beylikdüzü'nün çamurunu çok çiğnedim, yönetimine geçmeliyim" dediğiniz olmuştur...
Bu da doğru. Gerçekten de dedim. Biliyorsunuz ben İnşaat Fakültesi Harita Mühendisliği mezunuyum. Harita mühendisi arazi ölçer. Araziye çıkıyorsunuz her taraf çamur. Çizme giyiyorsunuz... Hatta bir keresinde Kavaklı deresi'ni geçerken, proje ölçüm gereği bir nokta dernin sağında, bir nokta derenin solunda. dereyi geçmek zorundayım. ve geçince ayağım sulara battı ve sular simsiyah. Ayağımda alerjik bir rahatsızlık oldu. O zaman, 'Bu dere İstanbul'da, Beylikdüzü'nde nasıl böyle açıktan akar?' deyip bu ızdırabı hissettim. Hem siyaset hem de iş gereği çok evlere gittim. Varoşlarda yolu olmayan, elektiriği, suyu olmayan yerlerde garibanların, yaşlıların yaşamaya çalıştıklarını gördüm. Bunlar beni çok etkileyip ızdırap olmuştur. Zaten sizin vicdanınız kararmamışsa ve insani duygularınız ölmemişse o manzara sizi etkiliyor, ürpertiyor. Ve biz de bu duyguyla siyaset kurumunda yer alamayı arzu ettik ve olduk.
Mesleğiniz gereği şehirciliğe hakimsiniz. Sizce şehircilik nasıl olmalı? Şimdiye kadar yapılanlar şehircilik mi?
Evet. Mesleğim ve işim gereği, merakım gereği şehircilik konusunda çok yayın okudum. Dünyayı gezdim. İslam Medeniyeti'nin, Roma'yı, Bizans'ı, Osmanlı'yı, Selçuklu'yu; hem mimari hem estetik hem kentsel gelişim hem sosyal iletişim anlamında şehirciliği inceledim. Şunu anladım şehircilikten; şehirler de aynen insanlar gibi yaşayan canlı varlıklardır. Macaristan'a gittim örneğin. Budapeşte'de Buda ve Peşte diye iki yerleşim alanı vardır. Şehri nehir ikiye böler. Budapeşte'nin 200 yılı aşkın zamandır hem nüfusu hem fiziksel varlıkları, tarihsel dokusu aynen korunmuş. Siz baktığınızda o şehirde 200, 300, 400 yıllık bir zenginlik görüyorsunuz. Bu çok büyük keyif veriyor. Kimliği olan, ruhu olan bir şehir. Gelişigüzel, acul (tezcanlı) bir anlayışla yapılan yapılaşma yok. Bu acul olmayan anlayış insanların ruh dünyasını da etkiliyor. İnsanlar daha entellektüel, daha sosyal, daha derinlikli düşünebiliyor. Bir yazı okumuştum; adını vermeyeyim İstanbul'da bir ilçenin adını vermiş, demiş ki, 'Bu ilçenin sokakları dar, parkı yok, kültür merkezi yok, sosyal tesisleri yok, yeşil alanı yok, buradan nasıl edebiyatçı, şair, aydın çıksın ki? Buradan ancak tinerci, amele çıkar.' Hakikaten de o şehrin kaotu, görüntüsü insanların iç ve dış dünyasını, sosyal ilişkilerini etkiler, köreltir. Onları sadece robotumsu, asosyal bir varlık haline getirir. Dolayısiyle şehir yaşayan bir varlıktır, bir objedir ve bu şehrin ruhunu yakalamak lazım. Ve bu şehrin ruhunu oluşturmak için de zemin hazırlamak lazım.
Neyle?
İnsan unsurunu merkeze koyan ama o şehrin doğasında ne varsa; çiçeğiyle köpeğiyle, kedisiyle, insanıyla, farklı sosyal gruplarıyla, tarihi derinlikleriyle, inanç dinamikleriyle... Ne varsa, ne aldıysanız onun üzerine bina inşaa etmeniz lazım. Yalnız sadece fiziksel yapılarıyla değil, şehre bir ruh, bir derinlik katmak lazım. Yaşayan bir ambiyans oluşturmak lazım. Yani; 'Ben bu şehire aitim' duygusunu çocuklara, gençlere, yaşlılara, köpeklere, ağaçlara vermek lazım.
Bu konuda biz neredeyiz?
Çok çok gerilerdeyiz. İnşallah bu bilinç gelişir diye temenni ediyorum.
'Bizde bir ilçede yapılan marka ya da vizyon proje diğer ilçeler tarafından hemen kopya edilir. Şehre baktığımızda birbirinin kopyası yapılanmalar görürüz. Her ilçeye ait bir ruh, bir kimlikten uzağız' görüşünü siz de benimsiyorsunuz o halde.
Bu tespit çok doğru. Bunun nedeni de şehir adına hem yönetim kademesindeki hem de yaşayan şehirlilerin üretme gayreti, çabası ve ortak aklı yok. Kollektif bir bilinç yok. Bu bilinç olmayınca kopyalaşma oluyor. Düşünen, üreten az olunca o zaman üretileni taklit etmekten başka yol kalmıyor. Oysaki şehrin kılcallarına inen bir şehir için diyalog, görüşme, tartışma kanalları açılsa, oradaki yaşlılarla, mimarlarla, STK'larla, eczacılarla, öğretmenlerle diyalog kurulsa ve onlara hakikaten -yani öylesine değil de- gerçekten bir istişare ortamı oluşturulursa o zaman şehir adına hem sosyal, hem kültürel, hem altyapısal, hem eğitimsel mutlaka çok varlık, çok proje çıkar. Ve işte bu kılcal damarlar açılmayınca, tıkanınca, her şey gelip bir ya da 2-3 kişiye kilitlenince, o 2-3 kişi de eğer bunları bilmiyorsa işte o zaman ne yapıyor; başkasının yaptığını kes/copy yap, yapıştır... Acul bir ortam oluşuyor.
Belediye başkanlığınız döneminde okul açma oranı adeta tavan yaptı. Peşpeşe pek çok okullar açtınız. Okul kazandırma arzusu, isteği ya da aşkı sizin hep yatılı okullarda okumanızdan mı kaynaklanmıştı?
Kesinlikle. Kesinlikle. Daha önce de söylediğim gibi ben ilkokulu bitirdikten sonra bir buçuk yıl okuma imkanı bulamadım ara vermek zorunda kaldım. Daha sonra nasip, kısmet, bir şekilde yatılı okullarda okuma imkanı buldum. Ve yatılı okullarda okumanın vermiş olduğu bir motivasyon da oldu. Yani devletimiz, milletimiz bu okulları yapmasaydı ben ve benim gibi gençler nerede okuyacaktık? Yurtlar olmasaydı nerede kalacaktık? Bende minnet duygusu gelişti. Hatta yatılı okullarda okuyanların ciddi manada bu ülkede imzası var. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Ahmet Davutoğlu gibi pek çok isim yatılı okulklarda okumuşlar. Demek ki o yatılı okullarda okumanın vermiş olduğu hem iç zenginlik hem kendi kendine yetme, mücadele bilincinin gelişmesi hem de devlete ve millete karşı minnet duygusu gelişiyor. Bu duygu da daha donra hayatın her alanında sizi önce eğitime sonra iş, aş ve hizmet üretme noktasına sürüklüyor. Sizi mükellef kılıyor. Ben de bu duygularla 2004 yılı Mart ayında göreve geldim ve -bunun altını altını çizmek istiyorum ve istisnasının olduğunu zannetmiyorum- 2004'ün Eylül ayında, 60 bin nüfuslu ve tek bir okulu olan Barış Mahallesi'nde okul açtım. Eski bir proje değildi üstelik. Arsasıyla, projesiyle, bahçesiyle, bağışçısıyla, binasıyla tümüyle yeni bir projeydi. Daha sonra sadece o mahallemize beş okul daha yaptık.
Toplam kaç okul yaptınız Beylikdüzü'ne?
Göreve geldiğimde Beylikdüzü'nde altı tane okul vardı ve ben ve ekibim beş yılda toplam 13 okul yaptık. Beylikdüzü eğitim konusunda kendisini aşmış oldu. Beylikdüzü Fen Lisesi Türkiye birincisi, Vali Muammer Güler Anadolu Öğretmen Lisesi kendi kategorisinde Türkiye üçüncüsü oldu. Eğitimde ismi, esamesi okunmayan Beylikdüzü orta eğitim başarısı açısından İstanbul üçüncüsü oldu ve ismini her yere duyurdu. Kadıköy, Şişli ve Beylikdüzü. Bizim dönemimizde Beylikdüzü eğitim ve okul açısından sorunsuz bir yer olmuştu ancak benden sonraki dönemde okul yapılmayınca şimdi tekrar sorun haline geldi. Okullarımızla beraber öğrenci yurtları, kültür merkezleri, halk eğitim merkezleri de kazandırdık Beylikdüzü'ne.
Yine sizin döneminizde spor alanında da Beylikdüzü adeta şahlandı. Spor alanında neler yaptınız?
Spor çok önemli. Sağlıklı bir ruh hali ancak sağlıklı bir bedenle olur. Ben de çok spor yapan birisiyim ve bundan çok büyük keyif alıyorum. Spor yapan bir insan stresini atar, negatif enerjisini atar. Dinamizmi artar ve spor insanın ruh ve beden sağlığı için olmazsa olmaz unsurudur. Bakın Şark toplumunun yağ tulumu ve atıl olmasının temelinde sporun olmaması, hareketsizlik ve tembellik vardır. Oysa ileri ve Batı toplumu daha gün ışımadan karıncalar gibi dışarıda sportif bir etkinlik yaptıktan sonra işine gider.
Çok yer gördüm demiştiniz. Özellikle Avrupa ve Batı toplumunda sizin dikkatinizi çeken başka şeyler nelerdi?
Dediğim gibi önce dinamik bir toplum olmaları dikkatimi çekmişti. Sonra engelli vatandaşlarına sağladığı akla/hayale gelmeyen olanaklar ve üçüncüsü de bir bankaya gittiğimde işçi kıyafetinde gelen bir müşteriye herkesin saygı gösterdiğini ve öncelik tanındığını, bekletmeden işlemlerini yaptığını gördüğümde hayran kalmıştım. Dendi ki orada, eğer bu işçi üretmezse, fiziki imalatlar olmazsa; hizmet sektörü de, banka memuru da doktor da maaş alamaz ki... Bir ülkenin varlığı ürettiği değerlerle ölçülür. Sanayii, tarımsal ve bilgisayar varlığıyla.
Sporda kalmıştık...
Evet, biz göreve geldiğimizde Beylikdüzü'nde sporun 'S'si yoktu. Yalnızca futbol değil voleybol, basketbol, Kickbox gibi şeylerin adı geçmiyordu. Öyle bir kültür ve anlayış yoktu burada. Sadece Emlakbank Konutlarının artığı olan bir yerde prefabrik bir yer vardı ve gençlerimiz çamur sahada futbol oynarlardı. Oturur kumar oynarlar, kavga eder, maç yaparlardı. O bina da kendi mülkleri değil kiraydı. Biz süratle tesisleşmeye başladık. Altı adet spor salonu yaptık, Hasan Doğan Stadını, halı sahaları olan tesisler, spor merkezi ve spor parkları yaptık. Ve bir anda Beylikdüzü 2009 itibariyle Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve İBB'den sonra lisanslı sporcu sayısıyla 5. oldu.
Hangi branşlarda?
Voleybol, basketbol, kickbox, karate, futbol, yüzme. Lisanslı sporcularımızın arasından İstanbul ve dünya şampiyonlarımız çıktı. Karate Dünya Şampiyonu Yıldız Aras bizim sporcumuzdu. O çok büyük mutluluktu bana ve bizim halkımıza. Yine voleybol takımımız amatörde kuruldu, 3., 2. ve 1.'ye çıkarttık. Ve Galatasaray'ı kendi sahasında Burhan Felek'te -ki, ben Galatasaraylıyım- yendik. Bizim bütçemiz Galatasaray'ın onda biri bile değildi ama amatör bir heyecan, aşk ve bir ruh vardı bizde. İyiki de yapmışız. Şimdi o kültür hala devam ediyor ve spor konusunda Beylikdüzü'müz çok ciddi bir mesafe katetti.
Sizin belediye başkanı olarak gerek okul, spor, kültür merkezleri, gerekse engelli vatandaşlara yönelik gerçekten çok önemli hizmetleriniz oldu Beylikdüzü'ne. Şimdi neler yapıyorsunuz?
Teşekkür ediyorum. Severek ve keyifle yaptım hepsini. Şimdi kendime ait şirketim var. Marmara Mühendislik Yapı A.Ş. Ben bu şirketimi 1993 yılında henüz öğrenciyken kurmuştum. Girişimci, üretken bir mizacım olduğundan dolayı arkadaşlarım belediyelere, Tapu Kadastrolara girmek için sınavdan sınava koştururken ben bunları aklımdan dahi geçirmemiştim. Öğrenciyken, babam sağolsun vermiş olduğu sembolik, küçük bir sermayeyle şirketimi kurdum. 1993'den 2004'e kadar 11 yıl boyunca Beylikdüzü, Esenyurt, Çatalca, Silivri, Üsküdar'da bir çok mühendislik ve inşaat projesine imza attık. 2004 yılında belediye başkanlığına kendi ölçeğimde çok ciddi bir varlıkla göreve geldim. Belediye başkanıyken 5 yıl boyunca belediyenin makam aracına binmedim. O parayla bir park yaptım ve kendime ait aracı makam arabası olarak hiçbir kuruş dahi almadan kullandım. O aracı belediyeye kiraya verebilirdim, satıp parasıyla bir daire alabilirdim. Yapmadım ama.. Bunun yanı sıra siyasi orijin de asla gözetmedim.
En doğal hakkınızdı. Kullanabilirdiniz. Kaldı ki, bırakın hakları olan makam aracını kullanmamayı eşine, oğluna belediyeden araç tahsis edenleri de görüyoruz.
En doğal hakkımdı evett ama ben kullanmadım. Dediğinize gelince; maalesef bunları ben görüyorum, duyuyorum ancak şık bulmuyorum. Bir söz var, çok kınadığım bir sözdür; 'Devletin mali deniz, yemeyen keriz.' derler, ben o lafı çevirmiştim ve; 'Devletin malı deniz, yiyen domuz' demiştim. Çünkü o mallar bizim malımız değil, onlar arabasıyla, bütçesiyle, arazisiyle, yeriyle, maddi/manevi değerleriyle bize emanet. O emaneti eğer biz kutsal adledip onun hakkını verirsek, ardımızda işte okullar, kültür merkezleri, yollar kalır. Yok eğer o emanete bizler ihanet edip de o emanetten tırtıklamaya kalkarsa boğazımızda kalır. Kim onu yaparsa kendi kaybeder.
Şuanda sürdürülebilir şehircilik adına konutlar, yaşam alanları inşaa ediyosunuz. Çok da belediyecilikten soyut olmayan, birebir ilişki gerektiren bir iş yaptığınız için bu anlamda belediyecilikten de uzak değilsiniz. Yanılıyor muyum?
Doğrudur. Hatta ilginçtir belediyecilikten ve daha öncesinden gelen o arzu, merak bizi buluşturuyor; şuanda şirketimizin İstanbul'da, Anadolu'da ve yurt dışında yaptığı, bitirdiği ve devam eden 17 okul var. Spor salonları, kültür merkezleri, sağlık ocakları, hastaneler var. Ve bunların içinde Irak Kerbela'da Hz. Hüseyin'in adını taşıyan 7 okulluk eğitim kompleksimiz var. Bu okullarımızda, savaşta annesi, babası ölmüş Iraklı yetim ve öksüzler okuyacaklar. Bakın nereden nereye. Arzunuz bu olunca gerçekleşiyor.
Bir de vakfınız var. Vakıf faaliyetlerinden de söz eder misiniz?
Ben Vakıflara ait bir yurtta kalmıştım ve vakıfların ne olduğunu, ne yaptığını daha lisedeyken öğrenmiştim ve çok derin bir hayranlık duymuştum. Okul yaptırmak ve eğitim alanında faaliyet göstermek benim en büyük merakım. Bu amaçla Aras Marmara Eğitim Vakfı'nı kurdum. AREV olarak şimdiye kadar okul, yurt yaptık ve bağışladık. Yine AREV olarak rahmetli annemin ve kendi adıma geçen sene Erzurum'da bir orta okul ve ilkokul yaptık ve devlete bağışladık. Bu sene de hedefimizde bir üniversite yapmak var. Ayrıca vakfımızın merkezinde 2000'e yakın insan ücretsiz kurs görüyor. Milli Eğitimle bir protokol yaptık ve her türlü branşta kurs veriyoruz. Konferanslar, seminerler, imkanlarımız dahilinde öğrenci bursları da veriyoruz.
AREV nerede?
Beylikdüzü Adnan Kahveci Mahallesi'nde Uyum Çarşı'da.
Belediye başkanlığı döneminizi de katarak işin içine ve şuanki bilgi birikimlerinizle sizden sonraki belediye başkanlarının hizmetlerini kritik ederseniz neler söylerdiniz?
Kimseye haksızlık etmek istemem ama benden sonraki 5 yılı kayıp görüyorum. Bizden sonra Beylikdüzü halkının önüne geçip temelini attığı bir eser yok. Veya açılışını yaptığı bir eser de yok. Cümlet net ve gayet açık konuşuyorum; beş yılda atılan bir temel varsa eyvallah. Yok! Açılan bir eser varsa yine eyvallah. Yok! Bu niye olmadı bilemem ama durumu tespit etmek zorundayız. Zaten Beylikdüzü halkı da bunu tespit ediyor ve ben de halktan birisi olarak bunu söylüyorum. Keşke öyle olmasaydı ama oldu/bitti.
Şimdi tabi yeni bir belediye başkanı var ve kendisini, kendisince iyi niyetle bir gayret içerisinde olduğunu görüyorum. Tabi ki halk hakemdir, gözler. verilen bir proje, sunulan bir vizyon ve yapılması vaat edilen hizmetler var, halk bunları gözlemleyecek, bakacak. Zaman tanımak lazım, görmek lazım. Ben zaten siyaseti şu mantıkla yaparım; benim partimden olsun veya olmasın, kesinlikle siyaseti benden olmadığında baştan kara çalıp kenara atmak etik değil, ahlaki değil, doğru değil. Bekleyip görmek lazım hatta destek verip yardımcı olmak lazım bana göre. Çünkü Beylikdüzü bir gemiyse ben de bu geminin yolcusuyum. Evim, barkım, ailem hatta mezar yerim burada. Ben bu şehrin bir ferdiysem içinde olduğum geminin batmasından ben nasıl bir keyif alabilirim ki? Eğer sadist ve egoist değilsem keyif alamam. Ama bu gemi yüzdüğünde, yol aldığında ben de yol alacağım. Ben böyle yaklaşırım. Ekrem bey de eksi bir mantalite sergilemiyor. İnşallah bu mantaliteyle hizmet noktasında halkı mutlu eden bir hizmet üretir.
Son olarak, siyasete devam edecek misiniz?
Siyaset kurumu hayatımızın bir parçasıdır. Siyaset kurumunun yaptığı artılarla ülkesini ne kadar ileriye götürdüğünü (şekil A Avrupa, Amerika) veya tam tersi hakkını veremediğinde; tembellikle, yolsuzlukla, aymazlıkla, vicdansızlıkla, zulümle (şekil B şark toplumları) görüyoruz. Dolayısıyla ben, siyaset kurumunun insan, toplum hayatına, ülke tarihine imza atan temel ilke olduğunu gördüm, bildim ve bu kuruma kendimi tabii kıldım. Ancak insanların siyaset kurumuna girip de delicesine sırf siyaset konuşmasını da doğru bulmuyorum. İnsanlar önce kendi iç dünyasında mutlu, huzurlu ve başarılı olması lazım. Sonra eşiyle, çocuklarıyla, ailesiyle barışçıl ve mutlu olması lazım. Sonsa ne iş yapıyorsa işinde iyi olması ve başarılı olması lazım. Dolayısıyla bunlar bir araya geldikten sonra siyaset kurumuna bir artı değer katarsınız. Ama dönem dönem de olmayabilir. Siz siyasete mecbur ve mahkum değilsinizdir. Bakın biz şuanda şirketimizin başındayız, yurt içi ve dışında projeler yapıyoruz ve bugün bizim ürettiğimiz işin bütçesi belki bir belediyenin bütçesi kadar, belki daha fazla. Çalışanımız da bir o kadar. Mutluyuz, başarılıyız Bu da bir hizmettir. Tek hizmet kanalı siyaset değildir ama en etkin kanal siyasi kanaldır. Çalışmak da, iş üretmek de, yazmak, konuşmak da bir siyasettir ve ben bu anlamda siyasetin içindeyim zaten. Aktif bir görevim sadece. Gözlemliyorum, katklımı sunuyorum. Şuan ki yerel veya ulusal yönetim mekanizmasına da raporlarla, bilgilerle kendimce katkılarımı sunuyorum. Bu da bir görevdir. Gelecekte bu anlamda bize düşen bir görev varsa, bölgemiz, ülkemiz adına kaçınmayız ve kaçınmamız da lazım.
Vehbi Orakçı Kimdir?
1970 yılında Erzurum'da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise eğitimini memleketi Erzurum'da yaptı. Orta okul ve liseyi yatılı okullarda okudu. Liseye giderken yaz aylarında İstanbul'a gelip hayata tutunmaya, İstanbul'u tanımaya, ekonominin, sporun, siyasetin ve sanatın merkezi olan şehirde yer edinmeye başladı. Harita Mühendisi olan Vehbi Orakçı, Yüksek Lisansını Uluslararası Ekonomik Politika, doktorasını da Proje Yönetimi alanında yaptı. Şu an tez aşamasında. 1986 yılından bu yana Beylikdüzü'nde yaşamaya başladı. Beylikdüzü'nün köy halinden bugüne gelişine bizzat tanıklık etti. Evliliğini burada yaptı, yuvasını burada kurdu. İki oğlu ve bir kızı var. "Hayatım; ülkem, toplumumum, ailem, insanlarım ve yakınlarım için değer üretmekle, mücadele etmekle geçti" diyen Vehbi Orakçı, 2004 yılında yapılan seçimlerde yuvası edindiği Beylikdüzü'nde Belde Belediye Başkanı seçildi. Bir dönem belediye başkanlığı yapan Orakçı, AREV Vakfı kurucusu ve başkanı, Marmara Mühendislik Yapı A.Ş.'nin de kurucusu ve başkanı. İnşaat sektöründe faaliyetlerine devam eden Orakçı, yurt içi ve yurt dışı pek çok projeye imza atıyor ve atmaya devam ediyor.
Kelime Oyunu
Gençlik - Enerji
Adalet - Olmazsa olmaz
Beylikdüzü - Evim
Başarı - Mutluluk
Türkiye - Sorumluluğu ağır bir coğrafya
Belediye - Hizmet
Hayat - Ailem, her şeyim
Ölüm - Sınavın sonu
Aile - İç kale
Renk - Zenginlik
Çocuk - Hediye
Yemek - Ölçü
Dostluk - Güç
Yalan - Allah muhafaza
Spor - Dinamizm
Ticaret - Bereket
Eğitim - Her şey
Yetki - Vebal
Barış - Dünyanın ihtiyacı
Kitap - Hazine
Çalışmak - İbadet
Siyaset - Hayatın merkezi
Bu yararlı ve güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum.
Ben de teşekkür ediyorum Elçin hanım. Ziyaretimize geldiğiniz için de. Yine bekleriz.