Hayatta, üç tür insana tahammülüm yok. Belki daha vardır ama öncelikli olan bunlar;
Bencillere, aptallara, dedikoduculara…
Bazı insanlar var, beş dakika konuşsan yerle bir olursun, enerjini alır gider. Çünkü; O beş dakika içinde dinlediğin hep şikayet, hastalık veya dedikodudur. Dinledikçe yavaş yavaş çökmeye başlarsın, sonra enerjin yerlerde sürünmeye başlar, aşırı yorgun hissedersin kendini. Haydi bakalım, sonra toparla kendini toparlayabilirsen. Öyle bir durumla karşılaştığımda, enerjimi yükseltmek için, hemen deniz kenarına koşarım. Ancak kendime geliyorum çünkü… Yoksa, bütün günüm mahvolur, yemin ederim. Benim yeminim, Tayyip Erdoğan’ın ki gibi değil, inanın ki ayağımı kaldırmıyorum…
Mutlu olmayı, kendine çok gören ne çok insan var etrafımızda, dikkat ettiniz mi?
Hayretler içinde kalıyorum bazen. Masasında enfes yemekler, bir eli yağda bir eli balda, geçim derdi yok, istediği yere gidip gezebilme şansı var… Gel görelim mutsuz! Hep şöyle olmasaydı, böyle olmasaydı diye, şikayet üstüne şikayet.
Çünkü; Acı çekmeyi iş edinmiş, ne yapsa, ne yapsalar, mutlu olmayacak. Yaşadığı mutluluktan bile acı çıkartabilen insanlar bunlar. Mesela; Yemekte özel bir şey vardır, “Ah, sen bunu şurada yiyeceksin” der. Şu olmasaydı, bu olmasaydı da, böyle olsaydı, falan devam eder gider.
Yahu, Niğde gazozu içmek için, Niğde’ye mi gidelim, insaf! Eskiden, çok uğraşırdım etrafımda böyle insanlarla. Bir nebze olsun, moralini yükselteyim, onun için iyi şeyler yapayım diye. Baktım olmuyor, hatta oluyor da, olan bana oluyor, vazgeçtim…
Arada düşünüyorum tabii ki. Acaba nasıl, iyi mi, mutlu mu, işlerini yoluna koydu mu falan diye. Tam elim telefona gidecekken, vazgeçiyorum birden. Arasam, sonra ben halt edeceğim? Tamam, denize yakın oturuyorum da, sahile koş koş, otur kenarda meditasyon yap, nereye kadar değil mi ama?
Şaka bir yana, hayat gerçekten zor değil. Bir arkadaşım, eşiyle birlikte, iki yıldır bir arsa içinde karavanda yaşıyor. Baharda, İstanbul’dan çıkıp gidiyorlar, aylarca orada kalıyorlar. Banyo yok. Suları, plastik şişelerde ısıtıp duş alıyorlar. Leğen de, mis gibi beyaz sabunla çamaşır yıkıyor. Fazla giysiye, ayakkabıya ihtiyacı yok, bir şort, bir terlik. Trafik yok, gürültü yok. İnanın, her geldiğinde gençleşmiş geliyorlar ve keyifler muhteşem. İstanbul’a gelince bir an önce dönmek istiyorlar.
Kıskanmadım değil, inanın. Küçük bir sahil kasabasında, bir tekne içinde, sade ama mutlu mesut yaşamak istiyorum. Neresi olduğunu henüz bilmiyorum ama umarım bulurum. İnşallah, size de söylerim bulunca.
Hayat, çok kafaya takacak kadar uzun değil, yaşamaya bakın, elinizdekilerle mutlu olmayı deneyin.
Sevgiyle kalın