Bir ara bir hava durumu sunucumuz vardı televizyonlarda. Zannediyorum Hülya idi ismi.
Havalar nasıl olursa olsun sizin havanız iyi olsun diye bitirirdi her hava durumu raporu sunumunu.
O zamanlar çok kızardım bu anonsa.
Nasıl yani derdim.
Hava buz gibi soğuk.
Ben işe gitmeliyim.
Öğrenciler okula gitmek zorunda.
Çetin kış şartları eşliğinde.
Aynı şekilde hava çok sıcaksa şayet.
Güneşin altında bu havada çalışanlar var.
Evine ekmek götürmek zorunda olanlar var.
Klimasız kapalı ortamlarda çalışan emekçiler var.
***
Bütün bu şartlarda bizim havamız nasıl iyi olurmuş diye kızardım.
Bugün hak veriyor oldum o kızcağıza.
Nedeni çok basit.
Nasıl olsa bir şeyleri değiştiremiyorsunuz.
Siyasette rezillik diz boyu.
Ticarette üçkağıtçılar her zaman kazanıyor.
Sporda şike yapan hep haklı.
Aşk zaten hiçbir şeyi tanımaz dinlemez.
Eeee.
O zaman isyan etmek neyimize.
Karamsar tablo kurmaya ne hacet.
Siyasilere kızmak, gidişatı beğenmemek, bizleri yönetenleri eleştirmek.
Neyi değiştiriyor.
***
Mesela bu günlerin en çok tartışılan konularından birisi de Suriyelilere vatandaşlık hakkı tanınması olayı.
Sorarım şimdi size.
Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmeli diyenlerin ellerinde ne gibi haklılık göstergeleri var.
Veya verilmemeli diyenler neye dayanarak vatandaşlık verilmesin diyorlar.
Bir başka soru ise vatandaşlık verilmesin diyenlerin ellerinden başka neler gelebilir ki?
***
Şimdiye kadar ülkemize sığınan Suriyeli sayısı üç milyonun üzerinde.
Yıllarca kampanyalar yapıldı.
Anonslar yapıldı.
Reklamlar yapıldı.
Hatta bir ara Aile Bakanlığı'nca komisyon bile kuruldu sanırım.
ANAP zamanında.
Komisyon ülkeyi karış karış dolaşarak 'doğum kontrolü' anlatıldı.
***
Burada hedef neydi.
Nüfus tasarrufu.
Doğurabileceğin kadar değil, bakabileceğin kadar çocuk yap denildi yıllarca.
Ve doğru bir kampanyaydı.
Doğru bir slogandı.
Doğru bir bakış açısıydı.
Eeeee.
Şimdi ne oldu.
Yıllarca korunduk.
Kollandık.
Tedbir aldık.
Uyardık.
Uyarıldık.
En fazla iki çocuk sahibi olmayı düşündük.
***
Kimimiz bir çocuk sahibi oldu.
Kimimiz hiç çocuk yapamadı.
Korktu.
Bakamam kaygısı yaşadı.
İş kaygısı taşıdı.
Aş kaygısı taşıdı.
Çok azımız 3-4 çocuk yaptı ama her defasında o çocukların isteklerine cevap veremeyince yüzünde acaba sıkıntısını yaşadı.
***
Şimdi birden bire kucağımızda tam 3 milyon bakmak zorunda kaldığımız çocuk bulduk.
Onlara ekmek vermek zorundayız.
İş vermek, aş vermek zorundayız.
Okutmak zorundayız.
Sağlıkları ile ilgilenmek zorundayız.
Bakımları ile ilgilenmek zorundayız.
Barınmaları ile ilgilenmek zorundayız.
Kısaca hayatta kalmaları adına onlara yardımcı olmak zorundayız.
Burası kesin.
***
Yetmedi onlara varolan vatanımızda en az bizler kadar doya doya yaşasınlar diye vatandaşlık ünvanı da vermek zorundayız.
Peki ama neden?
Neden o zaman bizler yıllarca korunduk.
Kollandık.
Tedbir aldık.
Çocuk sevgisinden mahrum olduk.
***
Kim istemez iki değil üç çocuk sahibi olmak, dört, beş, altı çocuk sahibi olmak.
Kim istemez kalabalık bir aileye sahip olmak.
Kim istemez etrafında dönüp duran cıvıl cıvıl çocuklara sahip olmak.
Bizler bütün bu isteklerimizi ertelerken, çok istememize rağmen 'ama' derken.
Şimdi kucağımızda bulduğumuz 3 milyon çocuğa neden bakmak zorundayız.
Neden?
***
Sırf bugün bu ülkeyi yöneten zihniyet bu duruma onay veriyor diye mi?
Sırf bugün bu ülkeyi yöneten zihniyetin Reis'i bunu çok istiyor diye mi?
Sırf bu Reis 'başkan' olmak için her yolu deneyebilir düşüncesini onaylamak için mi?
Yani şu temmuz sıcağında havalar nasıl olursa olsun, Suriyelilerin havası iyi olsun diye mi?
Ya birisi bu soruları içtenlikle cevaplamalı veya birileri bu gidişe dur demeli.
***
''Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır, bir at bir er kurtarır, bir er vatan kurtarır'' diye bir ata-
sözümüz vardı.
Umarım yarın bu atasözümüz; ''Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır, bir at bir er kurtarır, bir er vatanı batırır'' şeklinde söylenmez hiçbir zaman...
Yıllarca doğum kontrolünü boşuna yapmışız!
.