TÜSİAD'dan Anayasa önerisi
Yayınlanma:
"Cumhuriyet hariç her şey değişebilir"
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısı İstanbul'da başladı. Toplantıya TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in yanı sıra Prof. Dr. Ergun Özbudun ile Sayın Prof. Dr. Turgut Tarhanlı da katılıyor. Toplantının açılışında konuşan Boyner," Gerçekten de fırtınaları dinmeyen Türkiyemiz'in tüm kritik eşiklerinde TÜSİAD'ın doğruyu yakalamak, dünya ile aynı düzlemde bulunmak, evrensel dili konuşmak gibi bir derdi hep olmuş. Tüm çalışmalarımızda çağdaş ve dünyalı olmayı başarmaya çalışmışız" diye konuştu.
TÜSİAD'ın 40 yıl önce kurulduğunu hatırlatan Boyner," bu örgütün vizyoner kurucuları "fikir üreten bir fabrikaö kurmak üzere yola çıktıklarında Türkiye 12 Mart'ın alacakaranlığındaydı. Yönetim zaafı, toplumsal taleplerin yarattığı kargaşa ve şiddet ortamı, Batı Avrupa ülkelerindeki gibi özgürlük alanlarının genişletilmesiyle değil bir darbeyle sona erdirilmeye çalışılmıştı" dedi.
"40 yıl sonra bugün, dünya ekonomisinin ilk küresel krizini yaşıyoruz" diyen Boyner, dünya ekonomisindeki büyüme emarelerinin kırılgan olduğunu, Ortadoğu'da dalga dalga yayılan hak ve özgürlük isyanlarının tetikleyebileceği şokların etkisiyle ivmesini kaybedebileceğini ifade etti. Soğuk savaş sonrası dönemin tek kutuplu dünyasının egemeni olan ABD'nin, 2000'li yıllardaki sonuç vermeyen politikaların sonucunda güç ve prestij kaybetme durumuyla karşı karşıya olduğunu söyleyen Boyner, "Diğer yandan küresel ekonomi ve siyasetteki güç kaymasının sonucunda BRIC ülkeleri ön plana çıktılar. Çin dünya sanayi üretiminde geçen sene itibariyle ABD'yi geçti, dünya sisteminde söz sahibi olmak arzusunda. Ancak yükselen güçler henüz dünya sistemi üzerinde siyaseten etkili olabilecek ya da sorumluluk üstlenecek kapasiteye sahip değil. Batı dünyası ise gerek zayıflamasının, gerekse kendi içindeki anlaşmazlıkların bir sonucu olarak rota belirleyemez durumda. Kırk yıl önce Türkiye Soğuk savaş koşullarında kapalı bir ekonomiyle ve eksik demokrasisiyle dünya sisteminde arka planda kalıyordu. Bugünün Türkiye'si ise küresel ekonomiyle eklemlenmiş, stratejik fırtınanın tam göbeğinde, etrafındaki gelişmeleri etkileme imkanı olan, bu iddiayı taşıyan bir ülke. Ancak kırk yıl önce olduğu gibi gene temel bazı sorunları halletmesi gereken bir Türkiye'de yaşıyoruz. Kırk yıl önce TÜSİAD, öncelikle özel sektörün kalkınma açısından önemini kamuoyuna anlatmak zorunda kalan, Türkiye ekonomisi için özel teşebbüsün vazgeçilmezliğini göstermek amacı güden bir örgüttü. Arada geçen yıllarda da ekonomide açıklık, siyasette ise demokratik hak ve özgürlüklerin pekiştirilmesi için mücadele verdi.
Bugün de, içinden geçtiği şiddetli fırtınanın ardından yeni baştan yapılanan bir dünyada Türkiye'nin nasıl bir rota çizmesi gerektiği hakkında çalışmalar yapan, bunları kamuoyuyla paylaşmak isteyen ve ulusal diyaloğun sağlıklı bir şekilde yürümesi için çalışan bir örgütüz" şeklinde konuştu.
LİBYA'YA MÜDAHALE
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da çarpıcı, bir yanıyla umut veren ancak diğer yanıyla endişe yaratan gelişmeler yaşandığını belirten Boyenr, "Tunus ve Mısır'da diktatörlükler nispeten kısa sürede yıkılmışken, diğer bölge ülkelerinde değişimin çok kanlı olabileceği, kaygıyla izlediğimiz Libya örneğinden de anlaşılıyor. Gene de, uzun bir tarihsel perspektiften baktığımızda tanıklık ettiğimiz olayların ve gelişmelerin tarihin akışına uygun olduğunu söylememiz gerekir. Küresel sistemin hem ekonomik hem siyasal bakımdan dışında kalmış ya da bırakılmış bir bölgenin insanları nihayet kendi kaderlerini kontrol edebilecekleri, vatandaş olarak haklarına sahip çıkabilecekleri yönetim biçimleri talep ediyorlar. Biz bu talepleri doğal, yerinde ve haklı buluyoruz. Çok farklı bir tarihe ve gelişme çizgisine sahip Türkiye'de de halen devam etmekte olan bir hak ve özgürlük arayışı var. Bölge insanlarının gıpta ile izlediği bir ülkenin vatandaşları olarak da bize düşen onlara destek vermektir. Bu bağlamda Libya'da kendilerini çatışmaların ortasında bulan üyelerimize, onların çalışanlarına geçmiş olsun dileklerimi de tekrar sunmak istiyorum. Hükümetin ve devlet kurumlarının vatandaşlarımızı en kısa sürede tahliye etmede gösterdikleri başarıyı da tüm vatandaşlarımız gibi şükranla anıyorum. Yakın tarihsel bağlarımız da olan bu ülkede huzurun bir an önce, daha fazla kan akmadan sağlanmasını ve ülkenin inşasına, kalkınmasına bir an önce yeniden başlanmasını diliyorum. Libya olayları fırtınalı sularda dış politikayı yönetmenin ne denli zorlu olduğunu da bize gösterdi. Hemen tüm ülkelerin duruma göre defalarca pozisyonlarını gözden geçirmek zorunda kaldıkları, bildik kalıplara pek uymayan bir dönemden geçiyoruz.
Bu durumda da acele tavırlar almaktan kaçınmak, sonradan zorluk yaratabilecek söylemlerin cazibesine kapılmamak gerekiyor. Olaylara bakarken mesafemizi korumamız, soğukkanlı değerlendirmeler yapmamızda yarar var.
Tunus'ta olaylar başladığından beri Türkiye'nin bölge ülkeleri açısından bir model olup olamayacağı konusu da dünyada tartışıldı. Yaşananlar bölgede tek bir geçiş süreci yaşanmayacağını, farklı ülkelerin değişim ve dönüşüm hızlarının, yöntemlerinin farklı olacağını bize gösterdi. Türkiye'nin de bir model olmaktan çok, deneyiminden yararlanılabilecek bir örnek oluşturacağına inanıyorum. Tarihsel deneyimimiz ve 200 yıllık modernleşme tarihimizin bizi getirdiği yerin önemi de burada yatıyor. Bölge ülkelerindeki halkların nihayet ellerine geçirdikleri bir fırsatı değerlendirirken Türkiye örneğinden yararlanmaları, bizim onların mücadelelerine destek vermemiz doğaldır. Ancak belirleyici olan her ülkenin kendi yurttaşlarının iradesi olacaktır" dedi.
GAZETECİLERİN GÖZALTINA ALINMASI
"Bu kurumun mensupları özellikle son yirmi beş yıllık dönem zarfında koşullar elvermese bile açık ekonomi, hukukun üstünlüğü, sivilleşme, demokratikleşme davasının bayrağını taşıdığımızı bilir" diyen Boyner, "Özellikle son on yılda AB üyelik perspektifinin bu mücadelede bize önemli bir referans noktası, bazen dayanak oluşturduğunu söylemek de hakkaniyet gereğidir. AB'nin bugün yaşadığı neredeyse varoluşsal sayılacak kriz, Birlik'in temel ilkelerinin, dünyaya sunduğu modelin ve hayat anlayışının geçersiz olduğunu göstermez" dedi.
Avrupa'da yaşanan sıkıntıların ve Türkiye-AB ilişkilerinin kaygı verecek derinlikte bir kriz içinde olması kamuoyunda bu projeye yönelik heyecanı düşürdüğünü belirten Boyner, " Hükümetin AB ile diyalog yollarını zorlamasını, çatışmacı bir söylemi tercih etmemesi gerektiğine inanıyoruz. Her ne kadar AB üyesi bazı ülkelerin olumsuz tutumları kabul edilemez bir durum yaratıyorsa da onlara rağmen ilerlemeyi sağlayacak yöntemler denememiz gerekiyor. Başka diyarlarda, çok farklı hesapları olan ülkelerin aralarındaki sorunları çözmek için harcadığımız gayretin ve enerjinin bir kısmını başta Kıbrıs sorunu olmak üzere AB ile ilişkilerimizi kilitleyen konularda da göstermeliyiz" şeklinde konuştu.Boyner şöyle devam etti:
"Türkiye'nin ancak demokratik bir sistem içinde müreffeh, güçlü ve itibarlı olacağına inanıyoruz. AB süreci bu yoldaki gayretlerimiz açısından bulunmaz bir çerçeve sunuyor, bizim de daha disiplinli hareket etmemize yardımcı oluyordu.
AB sürecinin gevşemesinden beri demokratikleşme, ifade özgürlüğü, yargılama süreçleri, basın özgürlüğü gibi konularda bir gerileme yaşıyoruz. Geçmişin pek hatırlamak istemediğimiz tartışmalı, bulanık ve çatışmacı günlerine dönemeyiz. Buna izin vermemeliyiz. Ortadoğu ülkelerine, halklarına örnek teşkil etme iddiası taşıyan, oralardaki milyonlarca insanın ilham kaynağı olmakla haklı şekilde övünen bir ülkenin kazanılmış mevzilerinden geri düşme hakkı olmaması gerekir. Böylesi bir irtifa kaybı ülkede etkisini arttıran, varlığını çeşitli eksenlerde hissettiğimiz kutuplaşmaları da körükleyecektir. Giderek yaygınlaşmakta olan izlenimler doğrultusunda, savunageldiğimiz değerlerin tehdit altında olduğundan endişe etmekteyiz. İletişim özgürlüğünün fütursuzca ayaklar altına alınması, nefret söyleminin yaygınlaşması karşısında sergilenen duyarsızlık, kadınlara yönelik şiddet söz konusu olduğunda gördüğümüz vurdumduymazlık demokrasimiz açısından hayırlı gelişmeler değildir.Görünürdeki suçları mesleklerini icra etmek olan ve bu uğurda bir hayli risk de üstlenen gazetecilerin neyle suçlandıklarını bilmeden tutuklanmaları, tutuklama işleminin giderek cezanın bir parçası haline gelmesi vicdanları rahatsız etmektedir.Bu bağlamda yargılama süreçlerinde görülen aksaklıkların, yargının hukuk referansından ziyade siyasi saiklerle hareket ettiği izlenimini veren tasarrufların adalete inancımıza daha fazla hasar vermesinin önüne geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz"
YENİ ANAYASA
Üç aydan kısa bir süre sonra seçimlere gidileceğini belirten Boyner, "bu seçimlerin Türkiye açısından bir yol ayrımı seçimi olduğu konusunda hemen hiç kimsenin tereddüdü yok" diye konuştu.Bu seçimlerin ardından yeni anayasa yapılacağının ümit edildiğini söyleyen Boyner, " Bir diğer deyişle siyasi ve idari sistemimizin çatısı yeniden çatılacak.Bu seçimlere kabul edilemeyecek yükseklikteki seçim barajını değiştirmeden, siyasi partilerimizi daha katılımcı ve demokratik kılacak bir siyasi partiler yasası hazırlamadan, seçmeni kendisini değil parti başkanını temsil eden vekiller seçme sıkıntısından kurtaracak değişiklikler yapılmadan gittiğimizi görmezden gelmek mümkün değildir.Ama yine de seçimler sonrasındaki gündemimiz üzerinde konuşmamız, tartışmamız gerekiyor. Türkiye'nin yeni yapılanması içinde hak ve özgürlükler alanlarının ne şekilde tanımlanacağı, kuvvetler ayrılığına yönelik düzenlemelerin nasıl yapılacağı, Cumhuriyet'in hangi temel ilkeler çerçevesinde ve daha demokratik bir perspektiften nasıl kurgulanacağı gibi meseleler gündemimizde olacak.Önümüzdeki günlerde lütfedip davetimizi kabul ettikleri taktirde sayın parti liderlerimiz ve kurmayları ile bir araya gelebilmeyi arzu ediyoruz. Bu toplantılarda kendileriyle gerek ekonomi, gerekse demokratikleşme, temel hak ve özgürlükler, ifade ve basın özgürlüğü, yargı, yeni anayasa ve AB gibi konularda verimli bir görüş alış verişi yapabilmeyi umuyoruz" diye konuştu.Boyner şöyle devam etti: " TÜSİAD olarak Türkiye'nin bir demokrasi açığı bulunduğunu, bunun giderilmesi için kapsamlı bir demokratikleşme girişimi bağlamında, birey odaklı, ayrıcalıklara yer vermeyen, kuvvetler ayrılığı ilkesinin geçerli olduğu, çoğulcu ve parlamenter sistemi esas alan yeni bir anayasa yapılması gereğini uzun zamandır dile getiriyoruz. Yeni anayasanın, her şeyden önce, vatandaşlarımızın farklılıklarıyla bir arada yaşama iradesini temsil eden bir toplum sözleşmesi olabilmesi gerekiyor. Katılımcı ve uzlaşmacı bir süreçle hazırlanacak yeni anayasanın, Türkiye'yi bölen sorunları birer birleştiren haline dönüştürmeye de hizmet etmesi şart.Bu anlayışla, Yeni Anayasa'nın hangi yöntemle hazırlanması gerektiği, hangi ilkeler esasına göre yazılacağı, toplumu bölen konularda nasıl bir yaklaşımın ve yapılanmanın tercih edileceği hakkında, toplam 5 başlıkta bir dizi yuvarlak masa toplantısı düzenleyeceğimizi aylar önce duyurmuştuk. Yeni bir anayasa yazmayı değil, yeni anayasaya giden yolda en temel konularda fikirler demetini ortaya çıkarmayı amaçlayan bu çalışma, 11 toplantıda toplam 22 akademisyen ve kanaat önderini bir araya getirdi.Kasım 2010 - Mart 2011 döneminde yapılan toplantılar dizisinin ardından, bugüne dek alışık olduğumuzdan farklı, ideolojik tercihler dayatmayan, bireyin haklarını devletin menfaatlerinin önüne koyan, güvenlik nedeniyle temel hak ve özgürlüklere kısıtlama getirmeyen bir anlayışta fikir birliğine varıldığını gördük. Örneğin, bu metin Parlamenter sistemimizin daha verimli bir şekilde işlemesi için tavsiyelerde bulunuyor. Lozan anlaşmasını bugüne kadar olduğundan çok daha özgürlükçü bir şekilde okuyarak din ve vicdan özgürlüğü, azınlık hakları konularında hem tanımları hem de özgürlük alanlarını genişletiyor. Anayasa ile ilgili bu rapordaki yaklaşım üyesi olmak istediğimiz Avrupa Birliği'nin temel ilkelerine uygundur. AB'nin felsefesi, demokrasi pratiği ve zaman içinde geliştirdiği ilkeleri çerçevesinde şekillenmiştir. Toplantıların doğal seyri, elbette bazı konularda ayrışan görüşleri de ortaya getirdi, ki bunların yapıcı bir diyalog ortamında konuşulmaya devam edilmesi gerekir.Biz, yeni anayasa yapma heyecanını yitirmemeyi çok önemsiyoruz. Yeni anayasayı, genel seçim sonrası gündemimizin baş maddesi olarak görmek istiyoruz. Bugün, yeni anayasa yolunda yapıcı ve canlı bir tartışma platformunu başlatıyoruz. Bu platformu yeni anayasa yapılana kadar çeşitli vasıtalarla canlı tutmayı planlıyoruz.Bu çalışmaya katılan değerli hukukçularımızı ve bilim insanlarımızı size takdim etmeden önce son olarak iki noktanın daha altını bir kez daha çizmek istiyorum.40 yıl önce Türkiye nüfusu yaklaşık 36 milyon, şehirlilik oranı ancak yüzde 39'du. Bugün ikiye katlanan nüfusun yüzde 75'ten fazlası kentli. Bunun anlamı Türkiye'de bugün geçmişe göre vatandaşlık bilincinin daha yüksek olmasıdır"
JAPONYA'DAKİ NÜKLEER SANTRALİN DURUMU
Japonya'daki, tüm dünyayı dehşet içinde bırakan depremin ve tsunaminin ardından bir de nükleer felaket yaşandığını ifade eden Boyner, tüm uygar ve açık topluma sahip ülkelerde nükleer enerji bir kez daha mercek altına alındı dedi. "Yeni projeler donduruldu" diyen Boyner, Türkiye'nin kentli, dünyaya açık vatandaşlarının nükleer enerji konusunda atılacak adımları körü körüne kabullenmesinin söz konusu olamayacağını ifade etti. " Türkiye'nin enerji açığını kapamak amacıyla nükleer santral kurulacaksa bunun yeri, kullanılacak teknolojinin özellikleri, güvenlik sistemlerinin niteliği gibi konularda verilecek kararları verme hakkı yalnızca teknokratlara ya da siyasetçilere ait olamaz" diyen Boyner "Bu karar sürecinin şeffaf, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesine özen göstererek, dayatmacılıktan uzak bir şekilde yürütülmesi elzemdir. Demokrasi yalnızca oy vermekten ibaret bir sistem değilse, ki değildir, vatandaşların kaygı ve iradelerinin böylesine önemli kararlarda dikkate alınmasından kaçmak söz konusu olmamalıdır. Demokratik bir ülkede vatandaş olmak bu şeffaflığı, hesap verebilirliği, açıklığı ve tabandan katılımı savunmak ve talep etmeyi gerektirir. İkinci ve son olarak da şu gözlemimi sizinle paylaşmak istiyorum. Türkiye olarak önemli bir eşikte olduğumuz inancındayım. Dünya gözümüzün önünde yeniden şekillenirken imtiyazlı konumda bir ülke olarak yeni yapılanmada ön sıralarda yerimizi almaya çalışmalıyız. Bunu gerçekleştirmek için her şeyden önce ülkeyi sürekli germekten, kutuplaşmaları arttırmaktan kaçınmalı ve sadece kendimizin değil herkesin temel özgürlükleri, hakları ve özlemleri için mücadele etmeyi öğrenmeliyiz. Bunu başarabildiğimiz ölçüde toplumumuzdaki enerjiyi kalkınmamızın, refahımızın ve huzurumuzun hizmetine sunabiliriz" şeklinde konuştu.
TÜSİAD'ın 40 yıl önce kurulduğunu hatırlatan Boyner," bu örgütün vizyoner kurucuları "fikir üreten bir fabrikaö kurmak üzere yola çıktıklarında Türkiye 12 Mart'ın alacakaranlığındaydı. Yönetim zaafı, toplumsal taleplerin yarattığı kargaşa ve şiddet ortamı, Batı Avrupa ülkelerindeki gibi özgürlük alanlarının genişletilmesiyle değil bir darbeyle sona erdirilmeye çalışılmıştı" dedi.
"40 yıl sonra bugün, dünya ekonomisinin ilk küresel krizini yaşıyoruz" diyen Boyner, dünya ekonomisindeki büyüme emarelerinin kırılgan olduğunu, Ortadoğu'da dalga dalga yayılan hak ve özgürlük isyanlarının tetikleyebileceği şokların etkisiyle ivmesini kaybedebileceğini ifade etti. Soğuk savaş sonrası dönemin tek kutuplu dünyasının egemeni olan ABD'nin, 2000'li yıllardaki sonuç vermeyen politikaların sonucunda güç ve prestij kaybetme durumuyla karşı karşıya olduğunu söyleyen Boyner, "Diğer yandan küresel ekonomi ve siyasetteki güç kaymasının sonucunda BRIC ülkeleri ön plana çıktılar. Çin dünya sanayi üretiminde geçen sene itibariyle ABD'yi geçti, dünya sisteminde söz sahibi olmak arzusunda. Ancak yükselen güçler henüz dünya sistemi üzerinde siyaseten etkili olabilecek ya da sorumluluk üstlenecek kapasiteye sahip değil. Batı dünyası ise gerek zayıflamasının, gerekse kendi içindeki anlaşmazlıkların bir sonucu olarak rota belirleyemez durumda. Kırk yıl önce Türkiye Soğuk savaş koşullarında kapalı bir ekonomiyle ve eksik demokrasisiyle dünya sisteminde arka planda kalıyordu. Bugünün Türkiye'si ise küresel ekonomiyle eklemlenmiş, stratejik fırtınanın tam göbeğinde, etrafındaki gelişmeleri etkileme imkanı olan, bu iddiayı taşıyan bir ülke. Ancak kırk yıl önce olduğu gibi gene temel bazı sorunları halletmesi gereken bir Türkiye'de yaşıyoruz. Kırk yıl önce TÜSİAD, öncelikle özel sektörün kalkınma açısından önemini kamuoyuna anlatmak zorunda kalan, Türkiye ekonomisi için özel teşebbüsün vazgeçilmezliğini göstermek amacı güden bir örgüttü. Arada geçen yıllarda da ekonomide açıklık, siyasette ise demokratik hak ve özgürlüklerin pekiştirilmesi için mücadele verdi.
Bugün de, içinden geçtiği şiddetli fırtınanın ardından yeni baştan yapılanan bir dünyada Türkiye'nin nasıl bir rota çizmesi gerektiği hakkında çalışmalar yapan, bunları kamuoyuyla paylaşmak isteyen ve ulusal diyaloğun sağlıklı bir şekilde yürümesi için çalışan bir örgütüz" şeklinde konuştu.
LİBYA'YA MÜDAHALE
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da çarpıcı, bir yanıyla umut veren ancak diğer yanıyla endişe yaratan gelişmeler yaşandığını belirten Boyenr, "Tunus ve Mısır'da diktatörlükler nispeten kısa sürede yıkılmışken, diğer bölge ülkelerinde değişimin çok kanlı olabileceği, kaygıyla izlediğimiz Libya örneğinden de anlaşılıyor. Gene de, uzun bir tarihsel perspektiften baktığımızda tanıklık ettiğimiz olayların ve gelişmelerin tarihin akışına uygun olduğunu söylememiz gerekir. Küresel sistemin hem ekonomik hem siyasal bakımdan dışında kalmış ya da bırakılmış bir bölgenin insanları nihayet kendi kaderlerini kontrol edebilecekleri, vatandaş olarak haklarına sahip çıkabilecekleri yönetim biçimleri talep ediyorlar. Biz bu talepleri doğal, yerinde ve haklı buluyoruz. Çok farklı bir tarihe ve gelişme çizgisine sahip Türkiye'de de halen devam etmekte olan bir hak ve özgürlük arayışı var. Bölge insanlarının gıpta ile izlediği bir ülkenin vatandaşları olarak da bize düşen onlara destek vermektir. Bu bağlamda Libya'da kendilerini çatışmaların ortasında bulan üyelerimize, onların çalışanlarına geçmiş olsun dileklerimi de tekrar sunmak istiyorum. Hükümetin ve devlet kurumlarının vatandaşlarımızı en kısa sürede tahliye etmede gösterdikleri başarıyı da tüm vatandaşlarımız gibi şükranla anıyorum. Yakın tarihsel bağlarımız da olan bu ülkede huzurun bir an önce, daha fazla kan akmadan sağlanmasını ve ülkenin inşasına, kalkınmasına bir an önce yeniden başlanmasını diliyorum. Libya olayları fırtınalı sularda dış politikayı yönetmenin ne denli zorlu olduğunu da bize gösterdi. Hemen tüm ülkelerin duruma göre defalarca pozisyonlarını gözden geçirmek zorunda kaldıkları, bildik kalıplara pek uymayan bir dönemden geçiyoruz.
Bu durumda da acele tavırlar almaktan kaçınmak, sonradan zorluk yaratabilecek söylemlerin cazibesine kapılmamak gerekiyor. Olaylara bakarken mesafemizi korumamız, soğukkanlı değerlendirmeler yapmamızda yarar var.
Tunus'ta olaylar başladığından beri Türkiye'nin bölge ülkeleri açısından bir model olup olamayacağı konusu da dünyada tartışıldı. Yaşananlar bölgede tek bir geçiş süreci yaşanmayacağını, farklı ülkelerin değişim ve dönüşüm hızlarının, yöntemlerinin farklı olacağını bize gösterdi. Türkiye'nin de bir model olmaktan çok, deneyiminden yararlanılabilecek bir örnek oluşturacağına inanıyorum. Tarihsel deneyimimiz ve 200 yıllık modernleşme tarihimizin bizi getirdiği yerin önemi de burada yatıyor. Bölge ülkelerindeki halkların nihayet ellerine geçirdikleri bir fırsatı değerlendirirken Türkiye örneğinden yararlanmaları, bizim onların mücadelelerine destek vermemiz doğaldır. Ancak belirleyici olan her ülkenin kendi yurttaşlarının iradesi olacaktır" dedi.
GAZETECİLERİN GÖZALTINA ALINMASI
"Bu kurumun mensupları özellikle son yirmi beş yıllık dönem zarfında koşullar elvermese bile açık ekonomi, hukukun üstünlüğü, sivilleşme, demokratikleşme davasının bayrağını taşıdığımızı bilir" diyen Boyner, "Özellikle son on yılda AB üyelik perspektifinin bu mücadelede bize önemli bir referans noktası, bazen dayanak oluşturduğunu söylemek de hakkaniyet gereğidir. AB'nin bugün yaşadığı neredeyse varoluşsal sayılacak kriz, Birlik'in temel ilkelerinin, dünyaya sunduğu modelin ve hayat anlayışının geçersiz olduğunu göstermez" dedi.
Avrupa'da yaşanan sıkıntıların ve Türkiye-AB ilişkilerinin kaygı verecek derinlikte bir kriz içinde olması kamuoyunda bu projeye yönelik heyecanı düşürdüğünü belirten Boyner, " Hükümetin AB ile diyalog yollarını zorlamasını, çatışmacı bir söylemi tercih etmemesi gerektiğine inanıyoruz. Her ne kadar AB üyesi bazı ülkelerin olumsuz tutumları kabul edilemez bir durum yaratıyorsa da onlara rağmen ilerlemeyi sağlayacak yöntemler denememiz gerekiyor. Başka diyarlarda, çok farklı hesapları olan ülkelerin aralarındaki sorunları çözmek için harcadığımız gayretin ve enerjinin bir kısmını başta Kıbrıs sorunu olmak üzere AB ile ilişkilerimizi kilitleyen konularda da göstermeliyiz" şeklinde konuştu.Boyner şöyle devam etti:
"Türkiye'nin ancak demokratik bir sistem içinde müreffeh, güçlü ve itibarlı olacağına inanıyoruz. AB süreci bu yoldaki gayretlerimiz açısından bulunmaz bir çerçeve sunuyor, bizim de daha disiplinli hareket etmemize yardımcı oluyordu.
AB sürecinin gevşemesinden beri demokratikleşme, ifade özgürlüğü, yargılama süreçleri, basın özgürlüğü gibi konularda bir gerileme yaşıyoruz. Geçmişin pek hatırlamak istemediğimiz tartışmalı, bulanık ve çatışmacı günlerine dönemeyiz. Buna izin vermemeliyiz. Ortadoğu ülkelerine, halklarına örnek teşkil etme iddiası taşıyan, oralardaki milyonlarca insanın ilham kaynağı olmakla haklı şekilde övünen bir ülkenin kazanılmış mevzilerinden geri düşme hakkı olmaması gerekir. Böylesi bir irtifa kaybı ülkede etkisini arttıran, varlığını çeşitli eksenlerde hissettiğimiz kutuplaşmaları da körükleyecektir. Giderek yaygınlaşmakta olan izlenimler doğrultusunda, savunageldiğimiz değerlerin tehdit altında olduğundan endişe etmekteyiz. İletişim özgürlüğünün fütursuzca ayaklar altına alınması, nefret söyleminin yaygınlaşması karşısında sergilenen duyarsızlık, kadınlara yönelik şiddet söz konusu olduğunda gördüğümüz vurdumduymazlık demokrasimiz açısından hayırlı gelişmeler değildir.Görünürdeki suçları mesleklerini icra etmek olan ve bu uğurda bir hayli risk de üstlenen gazetecilerin neyle suçlandıklarını bilmeden tutuklanmaları, tutuklama işleminin giderek cezanın bir parçası haline gelmesi vicdanları rahatsız etmektedir.Bu bağlamda yargılama süreçlerinde görülen aksaklıkların, yargının hukuk referansından ziyade siyasi saiklerle hareket ettiği izlenimini veren tasarrufların adalete inancımıza daha fazla hasar vermesinin önüne geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz"
YENİ ANAYASA
Üç aydan kısa bir süre sonra seçimlere gidileceğini belirten Boyner, "bu seçimlerin Türkiye açısından bir yol ayrımı seçimi olduğu konusunda hemen hiç kimsenin tereddüdü yok" diye konuştu.Bu seçimlerin ardından yeni anayasa yapılacağının ümit edildiğini söyleyen Boyner, " Bir diğer deyişle siyasi ve idari sistemimizin çatısı yeniden çatılacak.Bu seçimlere kabul edilemeyecek yükseklikteki seçim barajını değiştirmeden, siyasi partilerimizi daha katılımcı ve demokratik kılacak bir siyasi partiler yasası hazırlamadan, seçmeni kendisini değil parti başkanını temsil eden vekiller seçme sıkıntısından kurtaracak değişiklikler yapılmadan gittiğimizi görmezden gelmek mümkün değildir.Ama yine de seçimler sonrasındaki gündemimiz üzerinde konuşmamız, tartışmamız gerekiyor. Türkiye'nin yeni yapılanması içinde hak ve özgürlükler alanlarının ne şekilde tanımlanacağı, kuvvetler ayrılığına yönelik düzenlemelerin nasıl yapılacağı, Cumhuriyet'in hangi temel ilkeler çerçevesinde ve daha demokratik bir perspektiften nasıl kurgulanacağı gibi meseleler gündemimizde olacak.Önümüzdeki günlerde lütfedip davetimizi kabul ettikleri taktirde sayın parti liderlerimiz ve kurmayları ile bir araya gelebilmeyi arzu ediyoruz. Bu toplantılarda kendileriyle gerek ekonomi, gerekse demokratikleşme, temel hak ve özgürlükler, ifade ve basın özgürlüğü, yargı, yeni anayasa ve AB gibi konularda verimli bir görüş alış verişi yapabilmeyi umuyoruz" diye konuştu.Boyner şöyle devam etti: " TÜSİAD olarak Türkiye'nin bir demokrasi açığı bulunduğunu, bunun giderilmesi için kapsamlı bir demokratikleşme girişimi bağlamında, birey odaklı, ayrıcalıklara yer vermeyen, kuvvetler ayrılığı ilkesinin geçerli olduğu, çoğulcu ve parlamenter sistemi esas alan yeni bir anayasa yapılması gereğini uzun zamandır dile getiriyoruz. Yeni anayasanın, her şeyden önce, vatandaşlarımızın farklılıklarıyla bir arada yaşama iradesini temsil eden bir toplum sözleşmesi olabilmesi gerekiyor. Katılımcı ve uzlaşmacı bir süreçle hazırlanacak yeni anayasanın, Türkiye'yi bölen sorunları birer birleştiren haline dönüştürmeye de hizmet etmesi şart.Bu anlayışla, Yeni Anayasa'nın hangi yöntemle hazırlanması gerektiği, hangi ilkeler esasına göre yazılacağı, toplumu bölen konularda nasıl bir yaklaşımın ve yapılanmanın tercih edileceği hakkında, toplam 5 başlıkta bir dizi yuvarlak masa toplantısı düzenleyeceğimizi aylar önce duyurmuştuk. Yeni bir anayasa yazmayı değil, yeni anayasaya giden yolda en temel konularda fikirler demetini ortaya çıkarmayı amaçlayan bu çalışma, 11 toplantıda toplam 22 akademisyen ve kanaat önderini bir araya getirdi.Kasım 2010 - Mart 2011 döneminde yapılan toplantılar dizisinin ardından, bugüne dek alışık olduğumuzdan farklı, ideolojik tercihler dayatmayan, bireyin haklarını devletin menfaatlerinin önüne koyan, güvenlik nedeniyle temel hak ve özgürlüklere kısıtlama getirmeyen bir anlayışta fikir birliğine varıldığını gördük. Örneğin, bu metin Parlamenter sistemimizin daha verimli bir şekilde işlemesi için tavsiyelerde bulunuyor. Lozan anlaşmasını bugüne kadar olduğundan çok daha özgürlükçü bir şekilde okuyarak din ve vicdan özgürlüğü, azınlık hakları konularında hem tanımları hem de özgürlük alanlarını genişletiyor. Anayasa ile ilgili bu rapordaki yaklaşım üyesi olmak istediğimiz Avrupa Birliği'nin temel ilkelerine uygundur. AB'nin felsefesi, demokrasi pratiği ve zaman içinde geliştirdiği ilkeleri çerçevesinde şekillenmiştir. Toplantıların doğal seyri, elbette bazı konularda ayrışan görüşleri de ortaya getirdi, ki bunların yapıcı bir diyalog ortamında konuşulmaya devam edilmesi gerekir.Biz, yeni anayasa yapma heyecanını yitirmemeyi çok önemsiyoruz. Yeni anayasayı, genel seçim sonrası gündemimizin baş maddesi olarak görmek istiyoruz. Bugün, yeni anayasa yolunda yapıcı ve canlı bir tartışma platformunu başlatıyoruz. Bu platformu yeni anayasa yapılana kadar çeşitli vasıtalarla canlı tutmayı planlıyoruz.Bu çalışmaya katılan değerli hukukçularımızı ve bilim insanlarımızı size takdim etmeden önce son olarak iki noktanın daha altını bir kez daha çizmek istiyorum.40 yıl önce Türkiye nüfusu yaklaşık 36 milyon, şehirlilik oranı ancak yüzde 39'du. Bugün ikiye katlanan nüfusun yüzde 75'ten fazlası kentli. Bunun anlamı Türkiye'de bugün geçmişe göre vatandaşlık bilincinin daha yüksek olmasıdır"
JAPONYA'DAKİ NÜKLEER SANTRALİN DURUMU
Japonya'daki, tüm dünyayı dehşet içinde bırakan depremin ve tsunaminin ardından bir de nükleer felaket yaşandığını ifade eden Boyner, tüm uygar ve açık topluma sahip ülkelerde nükleer enerji bir kez daha mercek altına alındı dedi. "Yeni projeler donduruldu" diyen Boyner, Türkiye'nin kentli, dünyaya açık vatandaşlarının nükleer enerji konusunda atılacak adımları körü körüne kabullenmesinin söz konusu olamayacağını ifade etti. " Türkiye'nin enerji açığını kapamak amacıyla nükleer santral kurulacaksa bunun yeri, kullanılacak teknolojinin özellikleri, güvenlik sistemlerinin niteliği gibi konularda verilecek kararları verme hakkı yalnızca teknokratlara ya da siyasetçilere ait olamaz" diyen Boyner "Bu karar sürecinin şeffaf, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesine özen göstererek, dayatmacılıktan uzak bir şekilde yürütülmesi elzemdir. Demokrasi yalnızca oy vermekten ibaret bir sistem değilse, ki değildir, vatandaşların kaygı ve iradelerinin böylesine önemli kararlarda dikkate alınmasından kaçmak söz konusu olmamalıdır. Demokratik bir ülkede vatandaş olmak bu şeffaflığı, hesap verebilirliği, açıklığı ve tabandan katılımı savunmak ve talep etmeyi gerektirir. İkinci ve son olarak da şu gözlemimi sizinle paylaşmak istiyorum. Türkiye olarak önemli bir eşikte olduğumuz inancındayım. Dünya gözümüzün önünde yeniden şekillenirken imtiyazlı konumda bir ülke olarak yeni yapılanmada ön sıralarda yerimizi almaya çalışmalıyız. Bunu gerçekleştirmek için her şeyden önce ülkeyi sürekli germekten, kutuplaşmaları arttırmaktan kaçınmalı ve sadece kendimizin değil herkesin temel özgürlükleri, hakları ve özlemleri için mücadele etmeyi öğrenmeliyiz. Bunu başarabildiğimiz ölçüde toplumumuzdaki enerjiyi kalkınmamızın, refahımızın ve huzurumuzun hizmetine sunabiliriz" şeklinde konuştu.
Ekonomi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.