Uzmanlardan Marmara'daki müsilaj felaketinde Kanal İstanbul uyarısı
İstanbul başta olmak üzere Marmara Bölgesi, tüm ülkenin yükünü neredeyse tek başına sırtlıyor.
Nüfusuyla en az 131 ülkeyi geride bırakan İstanbul, iktidarın mega projelerini yürüttüğü merkez nokta. Sanayinin gözde bölgesi olan Marmara’da çevre, ulaşım, hava kirliliği, su kaynaklarının azlığı ve temiz olmaması başlıca gelen problemler arasında.
Müsilaj ise bunun görünen son örneği. Şimdi Ege ve Karadeniz bölgelerine kadar uzanan deniz salyası, ilk olarak Marmara Denizi’nde görüldü. Uzmanlara göre tüm bu problemlerin kaynağı ise düzensiz kentleşme, iktidarın ‘öve öve bitiremediği’ mega projeler ve bilime kulak tıkanması.
Marmara Bölgesi’nin son durumunu değerlendiren Şehir Plancısı Doç. Dr. Pelin Giritlioğlu, kıyılarda yapılan hatalı uygulamalarla, yeraltı sularını kurutulduğunu söyledi.
Bunların sonucunda denizin ısınmasına da sebep olunduğunu aktaran Doç. Dr. Giritlioğlu, şöyle konuştu:
“Dayatmacı, bilimi görmezden gelen projelerle kentlerin üzerine daha fazla yüklenmemek gerektiğini müsilaj bize gösterdi. İstanbul öncelerden beri tüm yoğunlukları çeken bir merkez olmuştu. Tek büyük kent dediğimiz bir model bu aslında. Kentlerle aslında ülkeler kendilerini pazarlar durumdalar. Ama küreselleşme sürecinin öncesinde de, Erken Cumhuriyet dönemi hariç, İstanbul aynen bu politikayla önetiliyordu. Erken Cumhuriyet döneminde dengeli bir nüfus geliştirme politikasının ürününü vermişti. Sonraki bütün dönemlerde ise ne yazık ki İstanbul bütün ülkenin yükünü sırtlayan bir şehir haline geldi. Bütün yatırımlar buraya yapıldı.”
TÜKETEN KENT OLDU
Tüm yatırımların İstanbul’a yapılması sonucunda ‘kademeli’ değil ‘doğrudan’ bir göç yaşandığını aktaran Giritlioğlu, bu politikaların şimdi de mega projeler aracılığıyla sürdürüldüğünü ifade etti: “Bir taraftan kente ihanet ettik deniyor ama aynı politika ısrarla devam ediyor. İstanbul ve büyük kentler ne yazık ki tüketim kimliğiyle yapılandırılıyor. Küresel sistem bize bunu dayattı. 1980’lerden bu yana sistematik bir şekilde sanayimizi ve üretim fonksiyonlarımızı kentlerden desantralize ettik. İstanbul da bundan payını aldı. 1950’lerde sanayi kenti haline gelmişken, 2000’li yıllarda üstünden sıyırdı attı. Üreten kent olmaktan çıktı. Sadece tüketim kenti olarak şekillendirildi. O yüzden her mahallede AVM var ve dışa bağımlıyız. Afet ve ekonomik risklere karşı daha kırılgan, savunmasızız.”
SUSUZLUK BİZİ BEKLİYOR
Doç. Dr. Giritlioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu projeleri belki tüm dünya yapıyor ama ormanlarını, su havzalarını, mera alanlarını, tarım alanlarını mega projelere feda etmiyorlar. Biz ne yazık ki bunları yok ederek ‘gelişme’ yolunu izlemeyi tercih ettik. Doğayı önemsemedik. Kanal İstanbul’la sazlı bostanın bir kısmı ayrılacak. Böyle bir şey mümkün mü?
Doğaya müdahale ettiğimiz sürece bu felaketler katlanarak yaşanacak. Kanal İstanbul’da en az iki milyon nüfus bu bölgeye yayılacak. Biz bu nüfusu nasıl besleriz, nasıl istihdam yaratırız, ulaşımı nasıl çözeriz meselesini ortaya koyamıyoruz. Çünkü planlarımızın hepsi şu anda yerle bir olmuş durumda. Mega projeler 2009 planının tam aksini yapıyor. Bu plan ormanları koruyalım diyor, su havzalarını koruyalım diyor, karayolu baskısını azaltalım diyor; biz daha fazla karayolu yapıyoruz.”
Giritlioğlu, bekleyen felaketlere ise şöyle dikkat çekti: “Bizi susuzluk bekleyecek. Mega projelerle kendi suyumuzu tüketiyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde bir mega proje yoktur ki kendi suyunu tüketsin… Haince bir şey bu. Olanı yok ediyoruz, başka yerlerden alternatif barajlar üreterek su getirmeye kalkıyoruz.”
NÜFUS YÜKÜ
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Füsun Sümer ise nüfus yükü sebebiyle pek çok konuda sorun yaşandığını işaret etti: “Kentin yaşadığı sorunları başımıza geldiğinde konuşuyoruz, Marmara’daki kirlilik gibi. Ama bunun işaretleri on yıl öncesinden vardı. Gerekli tedbirler alınmayıp çevre için çalışmalar yapılmadığı için şimdi bunlar yaşanıyor. Kent yapılanmasında yeşil alanların, kentin ciğerleri olan ormanların, su havzalarının yapılaşmaya açılması; şehrin hava koridorlarına yapılan yüksek binalar, kullandığımız suyun kirliliği, alınan göç nedeniyle artan nüfus problemleri doğdu. Özellikle yapı yoğunluklarının yeşil alanlarda bulunması sadece nefes almayı değil su kaynaklarını da katletti.”
Sümer, sözlerini şöyle noktaladı: “Gün kurtarıcı yaklaşımlar nedeniyle Marmara bugün bu duruma geldi. Kanal İstanbul gibi onarım yerine sırtladığımız yükü daha da artıracak projelerin yapımı konuşuluyor. Bu tür yaklaşımlar da su kalitesinin, hayatın yavaş yavaş yok olmasını hızlandırıyor. Ciğerlerimizi yok ettiğimiz yetmedi şimdi de sıra denizlerimizi yok etmeye geldi. İstanbul'u çevre kirliliği ve kaosa mahkûm etmek kent suçudur.”
DENİZİ YOK EDEMEZSİNİZ
Öte yandan 50 bin metrekarelik Yakuplu Kent Ormanı'nın açılışında konuşan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kanal İstanbul konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çağrıda bulunarak, "Marmara Denizi'ni yok edemezsiniz" dedi. İmamoğlu sözlerine şöyle devam etti: "Doğayı korumak ve geliştirmek, yeşil alanları büyütmek, geleceği kurtarmaktır. Dünyanın en birinci meselesi şu anda yeşili korumak, küresel ısınmaya karşı mücadele vermek. O 'Kanal' denilen meselenin içindeki, kanal değil; sağına soluna dikilecek binalar. Bu yanlıştan dönün. Elinizdeki yetkiyle, İstanbul kentinin geleceğini sıkıntıya sokamazsınız. Türkiye’nin geleceğini, tehdit altında bulunduramazsınız.”
Tahribat denizin altında, bu temizlik çözüm değil
Marmara’da 7 ilde önceki gün başlatılan müsilaj temizliği ikinci gününde de devam etti. Çevre Mühendisi ve Bursa Su Kolektifi dönem sözcüsü Onur Küçük, deniz yüzeyinde yapılan temizlemelerin çözüm olmadığını kaydederek, “Asıl tahribat denizin dibinde” dedi. Nisan ayında Gemlik’te görülen müsilaj ile ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na dilekçe verdiklerini söyleyen Küçük, şöyle konuştu: “Gemlik’te mart ayının ortalarında tabakaları görmeye başladık. Ardından da Mudanya, Kurşunlu, Gemlik Körfezi’ni saran bir tabakalaşma oldu. Akademideki hocalardan görüş alarak kirlilikten kaynaklandığını öğrendik. ‘Bu doğal değildir, doğa olayı da değildir’ mottosu ile de yola çıktık. Bakanlığa ‘denizden numune alındı mı? Plankton artışının nedeni kirlilik midir?’ gibi sorular sorduk. Bakanlıktan gelen cevapta ise hiçbir numune alınmadığı ve bunun bir doğa olayı olduğu ifade edildi. Bursa’da 4 noktada derin deniz deşarjı var. Arıtım yapılmadan evsel atıklar denize dökülüyor. Sanayi, gemi trafiği gibi kirlilikler de denizi bugünkü haline getirdi. Deniz canlıları oksijensiz kaldı, ölüyor. Kendi kıyılarımızdaki denizi koruyamadık. Doğal varlıklarımızı yağmalamaya ve talana devam edersek bu ve benzeri katliamlara yaşanmaya devam edecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.