BU KÜLTÜR, NASIL KÜLTÜR
Bu hafta “Ahlak Kirlemesi” başlığıyla 8. haftaya geldik. O kural tanımaz, ahlakı erozyona uğramış insanlar etrafımızda fink atıyor. Dedelerinin doğduğu, büyüdüğü, beslendiği ülkede ayrılıkçılık yapan, kalleşçe saklanıp pusu kurarak askerimizi, polisimizi, öğretmenimizi, sivil halkı ve bebelerimizi şehit eden ahlaksızlar, o şeritten o şeride slalom yapan sürücüler, toplu taşıma araçlarında 80’lik insanlar başında dururken uyuma numarası yapan gençler, karısını döven yetişkinler bizim çocukluk günlerimizi mumla aratıyor. Ahlakımız bitti, kültürümüz de kirlendi. Ne imiş bu kültür denen şey? Horatius’dan bu yana bilinen ve Voltaire’le de günümüzdeki kimi anlamları sırtlanan kültür, bizde, her halde Ziya Gökalp’le değerlendirmeye alınmıştır. Ziya Gökalp’in uygarlık, medeniyet tanımlamaları ve bu anlamların etkin öğeleri, siyasi tarihimiz ve kültür tarihimiz açısından irdelendiğinde olumlu yargılar olarak kabul edilir. Fakat daha sonra kulak kültürüyle beslenen bir grup “öncüler” hem Ziya Gökalp’i, hem de kültür kavramını, en azından ereğinden saptırmıştır. Daha sonraki süreç içinde ise, “ulusal kültür”, “milli kültür” şeklinde bir adlandırma ve buradan hareketle “halk” ve “ümmet” kavramlarının, açık ya da gizli savaşı başlamıştır. “Milli Kültür”, “Batı Kültürü”, “Türk Kültürü”, adı ne olursa olsun, kaynaklara baktığımızda öncelikle şunu fark ederiz; bütün kültür öğeleri insan tarafından var edilmiştir. Yani kültürün temel kaynağı insandır. İnsandan olmayan kültür yoktur. İnsan için olmayan kültür yoktur. İnsanı baz aldıktan sonra yollara dönebiliriz:
İlki tarihtir; ezelden başlayan tarih…Bu tükenmeyen şerit içinde kültür öğeleri bir biri üzerine yığıla yığıla, katlana katlana, eze ezile gelir bu güne dayanır. Bir toplumun, bir bireyin sırtında beyninde gittiği her yere taşınır.
İkincisi Yurttur; Yaşamın sürdürüldüğü yerin, toprağın, iklimin verdiği, o toplumun o yeri yurt edinmesinden önce, orada yaşayanların bıraktığı, armağan ettiği, yeni toplumun hazır bulduğu her şey.
Üçüncü ve son kaynak; ise bir toplumun ve kendini o toplumun üyesi kabul eden insanların, tarihi süreç içinde komşuları ile ve diğer toplumlarla kurduğu iletişim ve etkileşim sonunda onlardan aldıkları ve kendi kültürlerine bilinçli yada bilinçsiz olarak kattıkları ve özümsedikleri her şey. Görüldüğü gibi üç kaynağında hem sebebi, hem de sonucu insandır. İnsan ise doğası gereği tutucudur, bencildir de. Hem edinimlerinde, kullana geldiklerinde değişikliğe kolay yanaşmaz. Kendi için daha rahat olanı, daha kolay olanı geç de olsa yakalar. Bu gecikme sadece zaman kaybına sebep olur. Matbaanın 100 yıl sonra, teknolojinin daha da sonra kabul edildiği gibi. O halde tutuculuk sadece zaman kaybıdır.
İster bir toplum, isterse o toplumun bir üyesi için bu üç kültürün ortak ve ayrıştırılamaz bütünlüğü bir kimlik tanımlaması olarak ortaya çıkar. Örneğin; “Ne mutlu Türküm diyene” diye slogan atıp, Amerikan’cı ol. “Ne Mutlu Türküm diyene” de, hem de Arapça ezan okut. Bu milli kültür olur mu?
Bir birey için ise ülküsel kültür, sözel açıklamalar ile değil, davranışlardan çıkar.
Örneğin; bir kimse anti laik bir eğilim içinde gözükmekten yana ise ve “ben dini kuralları temel alırım” diyorsa, o kimse artık lüks otellerde, batılı giysiler içinde, limuzin arabalarla gelip kadınlı erkekli düğün yapamaz. Ya da ben “milliyetçiyim” diyen bir kişi yatırımlarının çoğunu yurt dışına taşıyamaz. Bunlar ve benzeri örnekler kültürel çatışmaların açık seçik ortaya çıkması demektir ki bu da ya etik sorunu ya da bir kimlik parçalanmasını tanımlar. Sevgili Haberdar okurları: Ahlak kirlenmesi konusuna bir başladık haftalardır sürdürüyoruz. Size de sıkıntı bastı, bana da. Sürdürsek daha 10 hafta gider. Önümüzdeki hafta bir özetle bu konuyu bitirelim, yine doğaya dönelim diyorum. Sağlıcakla kalın.