YAŞAMA DAİR DÜŞÜNCELERİM
Yaşamımız boyunca bize yalnızca mutluluk ve huzur veren işler mi yaparız? Aslında sevimsiz zor işlerde bizim içindir. Anne ve babalar çocukları için veya çocuklar anne ve babaları için zaman, zaman inanılmaz zorluklara ve sıkıntılara katlanmış olabilirler. Bu zor günler, bazen anılarda kalan, bazen devam eden ortak mutluluklar ve paylaşılan güzel duygular anımsanınca belleklerden silinir gider. Acılar unutulur yürek yangınları söner.
Çocukların sosyal çevre edinmesi, toplum içine girmesi kendilerine olan güvenlerinin gelişmesinde etkin olan ailedir. Geleneksel kültür ve eğitim içinde yetişmiş, dinsel ve töresel baskılar altında kişilikleri oluşmuş anne ve babaların katı kuralcı bakış açıları dolayısıyla, çocuklarına ulaşmakta zorluklarla karşılaşmaları bilgi çağının yaşandığı bu günlerde kaçınılmazdır. Bu durumun kuşak çatışmasına dönüşmeden çözümlenebilmesi gereklidir.
Çocukların anne ve babalarını seçme şansları yoktur. O halde anne ve babalarını oldukları gibi kabul edip, sorunu kişisel gayretleri ile aşmaya çalışmalıdırlar. Ancak hatalarını da kırıp dökmeden yaralamadan onların yüzlerine söyleyebilmelidirler.
İnsanlar, çevrelerini alışkanlıklarını değiştirebilmeli yeni düşüncelere yeni dostluklara açık olmalıdır. Hayatı boyunca birkaç dost ve arkadaş dışında çevre ile iletişim kurmadan ömür geçirenlerin mutlu olmaları zordur, hatta mümkün değildir.
Yaşamda tekdüzelikten çıkmak için kendimize özen göstermeliyiz, yediğimizi, içtiğimizi, gezdiğimiz yerleri, kılık kıyafetimizi ve bedenimizi, süreklilik arz eden tüm davranışlarımızı yenileyebilmeliyiz.
Devamlı yaşamdan, çalışma hayatından, arkadaş çevresinden ailesel sorunlardan yakınmak yerine, toplumun canlı yanı ile temas içinde olmalıyız. Yaşadığımız ülke sorunlarına duyarlı, ailemizin birlik ve bütünlüğüne, anne baba kardeş ve gerçek dostlarımız ile olan iletişime emek ve uğraş vererek coşku ve sevincimizin artacağına, acıların sıkıntı ve stresin paylaşıldıkça azalacağına inanmalıyız.
Dünyaya olaylara çevreye en kötü koşullarda bile iyimser bakabilmek ve bardağın dolu tarafı yanında boş tarafını da fazla abartmamayı yaşam kuralı haline getirebilmeliyiz. Her olgunun iyi ve kötü yanını birlikte düşünmeli, yaşamdan olabildiğince zevk almanın yolunu keşfetmeliyiz. İnsan önce kendisiyle sonra ailesi ve çevresiyle barışık olmalıdır. Eldekilerle yetinirken, daha iyiye daha güzele ve başarıya götüren çalışmaları da şevk ve arzu ile takip etmeliyiz.
Her insan, yaşadığı ülke halkının, ortak değerlerini, sevinç ve coşkularını, üzüntü ve kederlerini, alışkanlıklarını, eğlence kültürünü folklorunu, müziğini benimsemeli. Zaman, zaman yaşama sevincini rüyalarına ve hayallerine taşımalıdır. Kendi kişisel tercihlerinin, toplumun değer yargıları ile sürekli çatışır durumda olması, mutsuzluğun temelidir. Onları yok saymamalı, ancak kişiliğini değer yargılarının tutuculuğuna, bağnazlığa dogmatikliğe esir etmemelidir. Yaşadığımız ülkede paylaşıp çoğalmak, toplumla ortak düşünce ve eylem birliği sağlamak için insanları iyi dinlemeliyiz. Her insanın anlatacak paylaşacak bir söylemi mutlaka vardır. Hep ilk hareketi başkalarından beklemek yerine ilk adımı atan olmalıyız. Edilgenlik yerine etkinliği koymalıyız. Ortak küçük şeyleri paylaşacak dostluklar kurmalıyız. Uzaktaki dostlarımızı unutulmuşluğa mahkûm etmemeliyiz. Önemsiz şeyler için zor kurulan dostlukları bozmamalıyız. İkili ilişkilerde birbirini tüketecek davranışlardan kaçınmalıyız. Kusursuz dost aramak hayaldir. Herkesi olduğu gibi kabul edip, anlamaya çalışmak, yanlışlarını düzeltmeye uğraşmak yerine doğru olanı kendi davranışlarımızla göstermeliyiz. Haksızlığa mutlaka başkaldırmalıyız. Ancak hak ararken var olanı da kaybetmemeye özen göstermeliyiz. Sevgiyle kalın. Sevgi içinde olun.
Not: Bu makale iki yıl önce ki gazetede çıktı. Hep güncel olduğu için tekrar yayınlıyorum.