YILLARDAN SONRA

YAYINLAMA:
Yıl bin dokuz yüz altmış dört. Sıcak bir yaz günü. Anadolu’nun kızgın güneşi ve sert rüzgârlarının yaktığı yanık tenleri kavruk yüzleri tedirgin ezik halleri ile binlerce genç insan ilk defa başkente gelmiş ve ümitlerini hayallerini arıyordu.
 Yüreklerinde belirsiz bir heyecan zihinlerinde endişe ürkek bakışlarla bu güne değin bir arada görmedikleri kadar yüksek binalara kocaman geniş caddelere telaşlı koşar adım yürüyen binlerce insan seline arabalara otobüslere korna seslerine bakıp bir anlık kaybolma korkusuyla Anıt tepe de ki okulu buldular.

Onları bahçede karşılayan yeşil giysili askerleri şık bej kıyafetli subay assubayları hayranlıkla seyrettiler. Bir an o elbiseler içine kendi bedenlerini koydular acaba nasıl duracaktı üstlerinde o yeşil ve bej elbise.
İşte geleceğimizi hayallerimizi gerçekleştireceğimiz yer dediler. Bir kez daha yeşil elbiseleri uzun botları şapkaları elbise içindeki hallerini düşündüler. Bir an geldikleri gibi sessiz çekip gitmek geçti akıllarından. Ya dönerlerse memlekette ne derler arkadaşlarına ailelerine. Hemen zihinlerinden çıkardılar bu düşünceyi.

Artık çok geçti dönemezlerdi. Yolun sonunda değil başındaydılar. Hayalleri gerçeğe dönüştürmek iki güne sığacaktı sabır gerekiyordu.
Gazete ilanlarında iki yüz elli kişi alacaklardı okula. O sabah okul bahçesinde birkaç bin genç toplanmıştı. Kurulan hayaller bir anda kâbusa dönüştü.
Kararlıydılar. O iki yüz ellinin içinde olacaklardı.
Kapalı mekâna sığmayan binlerce genç okul yanındaki stat da sıralı saf düzenine göre yere çömeldiler. Kâğıtlar kalemler dağıtıldı. Bir subay soruları dağıttı. Cevaplar için süre verdi. Kısa bir süre sonra kâğıtlar toplandı. Herkes bu sıkı sınavdan(!)sonra yarın için kalacak yer aradı Ankara sokaklarında.

Kimi parklarda geceledi. Kimi saman pazarının ter ve kir kokan otelimsi mekânlarında geceyi geçirdiler. Günün erken saatlerinde sabahçı kahvelerinde simitle tanıştılar. Çayı biliyorlardı da simitle uyumuyla yeni tanışıyorlardı.
Heyecanla bu ciddi sınav sonuçlarını öğrenmek için okula koştular.
Çoğunun hayalleri bir anda yok oldu. Yıkılmış küskün ceplerindeki son kuruşlarıyla memleketlerine bilet aldılar. Kazananları ertesi gün spor testine tabi tuttular. Bu badireyi de atlatanlara elbise ayakkabı dağıttılar. Sevinçle giydikleri yeşil elbise içinde kendilerini seyretmek için koridorlardaki aynaların karşısına geçtiler. Bir süre aynadaki gencin kimliğini çözemediler. Sonunda yeşil elbise içinde kaybolmuş bedenlerini teşhis ettiler.
 Artık önlerinde açılan başka bir dünyaya giden uzun yol vardı. Bir an geldikleri yöreleri geride bıraktıkları analarını babalarını toprak damlı evlerini isten kararmış ocak başlarını yer yataklarını ahırdaki koyunları keçileri inekleri hatta yanık tezek kokusunu bile özlediklerini hissettiler. Ve ertesi gün yolculuk başladı.

Başkentten âşıkların gezginlerin rüyalarına giren tarihin şekillendiği serin suların mavi denizin taşının toprağının altın olduğu söylenen İstanbul’un yolunu tuttular. İstanbulu’un uzağında buğday ve ay çiçeği tarlaları arasında denize ulaşan kır bir alana çadırlar kuruldu. İki ay İstanbul diye Kumburgaz adındaki bu kır bayırın tozuna toprağına karıştılar. Sol sağ dur ileri geri dön yat kalk süngü tak çıkar sürün derken silahla tanıştılar.
O yanık çelimsiz vücutlar aylar sonra çelik bir yaya dönüştü. Ve tekrar Ankara yolları ve Anıttepe de okullu oldular.
Altmış altı senesi 30 ağustosunda bej elbiselerini giydiler. Zafer kazanmış komutan gibi gururla dolaştılar Ankara sokaklarında.
Kura çekip ülkenin en ücra köşelerine dağıldılar. Yıllarca bin bir zorluklarla sıkıntılarla tanıştılar. Kendilerini hep yaşadıkları topluma karşı sorumlu hissettiler. Okudular araştırdılar dünyada ve ülkemizde olup biten olaylara karşı duyarlılıklarını hiç yitirmediler. Kamu adına sorumlu oldukları bölgelerde önder oldular. Dertleri sorunları paylaştılar. Zalimin karşısında mazlumun yanında yer aldılar.

İşte onlar şimdi altmışlı yaşları çoktan aşmış isimsiz kahramanlar. Bu gün 2012 senesi 10 Kasım. Ülkemiz büyük bir kaos içinde bölünme ve savaş naraları atılıyor. Bir karanlık labirentten geçiyoruz bayramlar ve Ataya ulaşmak yasaklanıyor dediler. Bu gün bize de bir görev düşüyor diye Ak denizden Egeden Marmara’dan Karadeniz’den Trakya’dan kalkıp Ankara’da 46 yıl sonra buluştular. Yarın saat on üçte Atanın huzuruna çıkacaklar.
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *