YAŞAM HAKKI OLARAK SU

YAYINLAMA:
Sevgili Haberdar Okuyucuları yazılarımı genelde haftanın son günleri yazıyorum. Bu hafta sonu da İstanbul’da doğaseverler için renkli geçecek 3. köprü için İstanbul’da kesilecek tahminen “2.5 milyon ağaç için 2.5 milyon insan” adıyla bir çok noktada buluşacak insanlar ellerinde mumlarıyla bir halka oluşturacaklar. Doğa katliamına devam. Daha önceki bir makalemde bildirmiştim. Boğaz köprüleri İstanbul trafiğinin %5ini karşılıyor. Her gün yüzlerce aracın trafiğe çıktığı İstanbul’da 3-5-10 köprü bir şey ifade etmeyecek, aksine su havzalarımızı öldürecek. Boğaza yapılan her bir köprünün 2-3 ilçe doğurduğunu düşünürsek 3. Köprü güzergâhında büyük araziler kapatan namlı kişi ve grupların kazancını bir düşünün. En önemli doğal kaynağın tahrip edilmesi, kirletilmesi ve çıkar kaynağına dönüştürülmesi üzerine “Sosyal Değişim Derneğinin” yaptığı bir adedini de bana yolladığı “Yaşam Hakkı Olarak SU” kitapçığı acı gerçekleri çok güzel anlatmış. Gerçi bildiğimiz konular ama o kitapçıktan birkaç paragraf aktarayım size.
Tarihsel Kullanım
Suyun insan tarafından gerçek anlamda kullanılması, ilk insan topluluklarının Ortadoğu’da yerleşik hayata geçmesiyle başlamıştır. Yaklaşık 8.000-10.000 yıl önce Zağros ve Doğu Toros dağlarının eteklerinde bulunan Yukarı Mezepotamya’da ilk yerleşim yerlerinde, o zamanlarda başlatılan tarımın verimini arttırmak amacıyla küçük sulama tesisleri inşa edilmiştir. Halepçe kentine yakın bir bölgede 8.000 yıl öncesine ait ilk sulama sistemlerinden birinin ortaya çıkarılması da bunu kanıtlamaktadır. İçme suyu, kullanım suyu ve sulama suyu sağlama amacına daha iyi ulaşabilmek için M.Ö. 3000 civarında Ortadoğu’da , ilk küçük barajlar ve yer altı su arzı sistemleri inşa edilmiştir. Mezepotamya ve Mısır sulama sayesinde eşi benzeri bulunmayan bir tahıl deposuna dönüşmüştür. Söz konusu sulama ve selden koruma önleminin önemine, M.Ö. 1700 yılı civarında yazılan Hammurabi Kanunları da işaret etmektedir.
Su Yönetiminden Doğan Sorunlar
İnsanlar tarih boyunca yaşamak için gereksinim duydukları her şeyi doğadan aldılar. Geçmişte büyük oranda doğa ile daha uyumlu bir yaşam ve bu bağlamda oluşan bir bilinç söz konusuydu. Ancak yaşamın sanayileşmesiyle ve mekanikleşmesiyle bu bilinç insanlarda doğa geri plana itilmiştir. Basit bir biçimde kırsal bölgelerde bulunan bir insan topluluğu doğaya ve doğal kaynaklara daha fazla sorumluluk üstlenerek yaklaşır, çünkü her gün doğa ile temas içindedir ve gereksinimlerini doğadan karşılar. Ama kentte yaşayan topluluklar bu bağlılığı kaybetmiştir ve oldukça maddi çıkar odaklı yaşamaktadır. Sonuç olarak kapitalist toplum doğal kaynaklara sadece tüketim penceresinden bakmaktadır.  Bu yaklaşımda baskın olan doğayı kontrol altına alma arzusu, su yönetimi alanında da üretimi arttırmayı belirleyici hale getirmiştir. Büyük hidrolik su yapılarının (baraj ve kanallar da dahil) kurulmasına dayalı, kamu-özel bütçeleriyle finanse edilmiş arz odaklı stratejiler, hiç çekinmeden kaynakları sömürürken, yer altı su kaynaklarının yönetilmesinde bireysel ve maddi çıkar peşinde koşan yaklaşım, kolektif ahlakı yok saymayı beraberinde getirmektedir.
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *