YAZA BÖYLE GİRDİK

YAYINLAMA:
 1 Haziran alışılmadık bir gün yaşadık. Eşimle Beylikdüzü’nden minibüsle geliyoruz, yağmur çiselemeye başladı. Hızlandı, hızlandı silecekler yetiştiremiyor. Çekmece’ye geldik yerlerde hiç ıslanma yok. Kardeşimle altıda dışarıda yemek için sözleşmiştik. Evden çıktık bir yağmur boşandı 100 metrede şemsiyeye rağmen sırılsıklam olduk. Aklıma 10 yıl önce Hürbakış gazetesine yazdığım bir yazı geldi. Kaynağı “Bilim ve Teknik” dergisinde Fatih Bozyiğit imzalıydı. Aradım buldum sizinle paylaşıyorum. Bu Pazarı hatırlattı bana. DERİN UYKU, Bir sabah uyandınız, giyindiniz işe gitmek için arabanıza atladınız, yola çıktınız.

Hava oldukça güneşli ve içinizden “ne kadar güzel bir gün” diye geçiriyorsunuz. İş yerine yaklaşırken havada bir gariplik oluyor, kapkara bulutlar kaplıyor her yanı, o da ne? Birden ceviz büyüklüğünde buz parçaları düşmeye başlıyor gökyüzünden. Etrafta binaların camları patlıyor, sokak panoları, arabaların metal iskeletleri eğri büğrü oluyor. Elektrik telleri, telefon telleri kopmuş savruluyor. Sokakta kaçışan insanların bir kısmı yerlerde kıvranıyor, bir kısmı kan revan içinde kaçışıyor. Araçlar birbirine girmiş. Aman Allahım, kıyamet mi kopuyor? Diye geçiyor aklınızdan. Hava her geçen an daha kötüleşiyor. Sizin arabanızda sağlığınız iyi. Ama şimdilik.

Sağ tarafınızda metronun giriş merdivenleri takılıyor gözünüze. Yer altı tünel girişi ağzına kadar su dolu. Bu saatlerde orada yüzlerce kişi olurdu. Vücudunuz bu düşünceyle irkiliyor. Haberleri merak ediyorsunuz arabanızın radyosunu açıyorsunuz. Keşke açmasaydınız. Çünkü kuzey yarı kürede benzer durumların yaşandığını öğreniyorsunuz. Bir dakika! Az önce önünüzden iki zürafa, üç fil ve üç ayı mı geçti? Hemen pencerelerin kilidine basıyorsunuz. Yoksa Hayvanat bahçesinden mi kaçtılar bunlar. Radyo haberlerinden uçak yakıtlarının -66 derece soğuktan donduğunu oyuncak uçaklar gibi dağlara çarptığını duyuyorsunuz. Yaşlı ve cefakar dünyamızın iklim dengesi bozuluyor, buz dağlarımız erimeye başlıyor, kıyı şehirlerimiz su altı şehri olma tehlikesinde. Yağış aylarca sürüyor.

Kar yağışı, yiyecek ve yakacak sıkıntısı dünyayı sarmış. Doğadaki hayvanlar şehirlere inmiş insanlara saldırıyor… Diye devam ediyor yazı. Dilerim “Bu günler bize uzak olur”. Demek istiyorum ama maalesef. Önceki aylarda “Doğa bize karşılık vermeyecek mi?” diye yazmıştık. Şimdi herkesin dilinde doğa intikamını alır. Ve bizde her felaketten sonra akıllanırız ama çabucak ta unuturuz. Asya’da şiddetli yağışlar, seller, toprak kaymaları. Doğanın cezalandırmasından ölü ve kayıpların sayısı her gün artıyor. Geçmişte Çin’de selden 129 ev yıkılmış birçok insan boğulmuş. Nepal’de sel 180 kişiyi öldürmüş. Yeni Zelanda’da 1500 kişi sel nedeniyle tahliye olmuş. Amerika’da bir biri peşine gelen kasırgalar evleri yerinden sökmüş, arabaları bir yerden kaldırıp başka bir yere koymuş.

Tüm bu olaylar yaz aylarında yaşanmış. Almanya ve Hollanda’da yaz ortasında kış yaşanmış. Doğa çıldırmış olmalı… Etki olmadan tepki olmaz. Bir fizik kuralıdır bu. Yıllardır plastiklerimizi, ağır metal içeren çöplerimizi doğaya attık. Yıllardır binlerce canlı bulunan ve besin kaynağımız olan denizlerimizin altında ve üstünde yapılan atom ve hidrojen bombaları denemelerine, nükleer santrallere göz yumduk. Hele bu günlerde şahane projelerle ormanlarımızı insafsızca kestik ve hala kesiyoruz. Şahane proje “Kanal İstanbul’un” getireceği problemleri hepimiz yaşayacağız. Özellikle de torunlarımız. Kimyasal tarım ilaçları, ağır metaller balıklarımıza geçti, “Allah-Allllah” deyip şaşırdık. Avrupa’nın en fazla bitki ve hayvan çeşidine sahip, dünyanın hiçbir yerinde olmayan (endemik) türlerin bulunduğu, dünyanın en kaliteli içme sularının çıktığı, yaylalarında çam kokularıyla ciğerlerin bayram ettiği, hala dünyanın en güzel ve en temiz denizlerine sahip olan ülkemizde geç olmadan bu uykudan uyanalım. Acaba doğa “SON” yazmadan uyanabilecek miyiz? Hepimiz bilinçlenir, bilgilenir doğaya sahip çıkarsak. “EVET”.. Sağlıklı kalmanız dileklerimle.         

 
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *