‘Aşk’ı üfleyen adam: Kahraman TAZEOĞLU

‘Aşk’ı üfleyen adam: Kahraman TAZEOĞLU
HABERDAR köşe yazarı Yelda Cumalioğlu'ndan soluk soluğa okuyacağınız bir röportaj...
‘Aşk’ı üfleyen adam: Kahraman TAZEOĞLU

AŞK

uçmaya kanat aramak değil, uçuruma kanatsız atlamaktır.


Aşk, bahar mevsiminin koluna girdi… Göz kırparak yaklaşıyor. Ey ahali! Aşkın ayak
sesleri, baharın doğasındaki seslerde gizlidir bilesiniz! Ve biz o iklime suretimizi
asarken, sorgulamadan yanmayı kabulleniriz.

Orhan Veli, “İstanbul için” isimli şiirinde "imkansız şey, şiir yazmak aşıksan eğer / ve
yazmamak / aylardan nisansa..." diyor. Muhlis Sabahattin ise biraz daha “gevşek” bir
yaklaşımla “ Nisan - Mayıs ayları, gevşer gönül yayları” der.

Hani, Temel bir gün yolda yürürken bir muz kabuğu görür de “eyvah yine düşeceğim”
der ya… İşte baharda bizi esir alacak aşkı da öyle bilinçli karşılarız biz aşkın muzuna
basıp düşmekten korkmayanlar…

Hal böyle olunca, bahar ayının teklifsiz gelen aşklarını, Türkiye’de milyonları kendisine
hayran eden, kitapları haftalarca çok satanlar listelerinin zirvesinin zorlayan, gerçek bir
yürek, beyaz atlı prens, yüreklerin efendisi ve hatta Sinan Yağmur’un değimiyle, “aşkı
üfleyen adam”, Kahraman Tazeoğlu’na sorduk.


Kahraman bey, size Türkiye’de “Yüreklerin Efendisi” diyorlar. Neden?

Herhalde yazdıklarımla insanların kalplerine dokunduğum için...

Peki hadi o zaman gelin, bahar ve aşk konuşalım sizinle ve aşıkların yüreğine temas
edelim bu bahar... İnsanlar, neden en çok bahar’da aşklaşıyor?

Havaların ısınması, hormonların yenilenmesi ve uzunca süren kış mevsiminden çıkışla
birlikte bünyede gerçekleşen hareketlilik diye de tanımlanabilir bu durum ama ben yine de
insanın değil de aşkın penceresinden bakarak cevap vermeye çalışacağım bu soruya. İnsanlar
kadar aşkın da beklediği bir mevsimdir bahar. Uzun bir yolculuğa başlamaya inanmak ve
elde sadece kısa bir aşk turuyla kalakalmaktır bahar da aşık olmak. Bulmanın adının aslında
kaybetmeye başlamak olduğunun farkına varamaz insan. Aşk, gitmek için durur baharda. Bu
sebeple, insanın içiyle dışının doku uyuşmazlığı yaşadığı bir dönemin mevsimi olan bahar,
bahar olmaktan çıkıp, acı bir baharata dönüşebilir. Baharın dayanılmaz hafifliği, ağır bir
enkaz bırakabilir geride.

Baharın dayanılmaz hafifliğinin sonucu, yalnızlaşan insanlar mı olur hep?

Aşkı kalabalık yaşayanlar için böyle bir sorun yok. Tabi onların yaşadığına aşk denebilirse…
Hatta onlar için bahar aşkı, yaz aşklarının bir provası, test sürüşüdür. Güven arttırıcı
önlemlerine yenilerini ekleyip dururlar. Fakat bahar kadar etkili bir aşka çarpılan ve bu
aşkı gelecek mevsimlere taşıyanlar, ayrılığı da o mevsimlere aşkla birlikte götürdüklerini
bilmezler. Ayrılıkla aşkı birbirinden ayrı tutamayız… Sanılanın aksine, aşkı besleyen bir
damardır ayrılık. Aşkın tutunamayanları bunu çok iyi bilir. Çünkü onlardan gidenler, giderken
daha sonra gelecekleri bile götürmüştür. Bu yüzden en çok değil de en derin baharda
yalnızlaşır insan.

İnsanların hikâyelerini dinlediğimizde bakıyoruz ki terk eden de haklı terk edilen de…
Peki, suçlu hep aşk mı?


- Günümüz insanı, aşkı da çok eşli yaşamayı tercih etmeye başladı. Bu çok eşli aşk
düşkünlüğü, zaten hiçbir zaman sahip olunamamış sadakati de siliyor insan hayatından. Terk
edilmek de terk etmek de kaçınılmaz oluyor böylece. Herkes kendini haklı görüyor. Herkes
kendine doğru ama karşısındakine yanlış olduğu için bu böyle oluyor. Özellikle erkeklerin
aşkı bu şekilde yaşamaya meyilli olduğunu kabul ediyorum ama faturanın tamamının erkeğe
kesilmesine karşıyım. Kadın, erkeğe sürekli “bana sahip çık”, “beni kanatlarının altına al ve
koru”, mesajı yolluyor. Bu kadını güçsüz kılarken, erkeği bir aslan’a dönüştürüyor. Erkeğin
etrafında zaten hep aynı istekte olan kadınlar varken, erkek de “nasıl olsa hepsi aynı şeyi
aldığında benim oluyor, öyleyse neden hepsine bölüştürerek sahip olmayayım ki” eğilimi
başlıyor. Erkeği bu hale kadınlar getiriyor aslında. İşte bu yüzden herkes hep haklı! Evet,
haksız olan aşk ama bu haksızlık oyunu aşkı tüketmiyor, bir sonraki aşka da uçurum bilinciyle
yine atlatıyor insanı. Ancak cinsiyeti sıfırlanmış bir aşkta bu durum olmaz ama cinsiyeti
sıfırlanmış bir aşk da aşk olmaz.

Aşkın bir kullanım kılavuzu yok. Kuralları duygular koyar, yine kendi koyduğu kuralları da
duygular yıkar.

Birlikte çıkılan bir yolda, aslında tek başına yürüdüğünü nasıl fark eder insan?


- Yalnız birinin, hiç yalnız bırakmayacağı tek kişi kendisidir. Terk edilenlerin en güçlü
yanı, kendilerini terk etmemeleri ve ruhlarına daha güçlü sarılmalarıdır. Bir aşkın daha
ilk durağında yalnız kalmışsanız, bindiğiniz otobüsü (aşkı) suçlamanız anlamsızdır.
Terk edeninizin dönmesini beklemek için de önce gittiğine inanmanız gerekir. Otobüsü
(aşkı) suçlayanlar, aslında terk edilme nedenlerini hep kendileri dışında arayanlardır. Bir
şiirimde “yolumdan dönemediğim için değil, seninle hiçbir yolda yürüyemeyeceğimi
bildiğim için gidiyorum” demiştim. Böylesi geri dönülmez gidişlere uygun haklı sebeplerle
ter edilmişseniz ve yapılacak hiçbir şey yoksa, zaten o yola en başından beri tek başınıza
çıktığınızı kabullenmeniz gerekir. Yalnız bırakıldığınız otobüsten hemen inip, “nasıl olsa
arkadan yenisi gelir” demeniz ise, çarşıdan kendinize hediyeler alıp, o hediye paketlerini evde
açıp sevinmeniz kadar suni bir avuntudur aslında.

Şiirlerinizde otobüsler, duraklar çok fazla geçiyor. Üniversitelerdeki söyleşilerinizde
öğrencileri bir belediye otobüsüne bindirip, hayata oradan baktırıyorsunuz. Anlattığınız
öyküler ve komik durumlar hep belediye otobüsünde geçiyor. Hatta anlattığınız otobüs
aşkları bile var. Nedir bu otobüs takıntısı?


Çünkü hayat orada… Otobüste gördüğün ve “başkaları” dediğin herkes, aslında senin farklı
bir yansımandır. Bunu Üniversitelerde çok daha detaylı anlatıyorum. İzleyenler biliyor.
Benim gençliğimde her sabah veya her akşam, bindiğimiz otobüsün yüzü tanıdık kızları vardı.
Uzaktan platonik olarak severdik onları. Hepimizin bir sevgilisi olurdu, onları paylaşırdık,
kendilerinin haberi olmadan. Yanlarına başka bir erkek otursa muhakkak göz hapsimizde
olurdu her ikisi de. Sevdiğimiz kızlar yanımıza gelip otursunlar diye, buna yeltenen
başkalarına nefretle bakardık. Ama onlar hiç gelip bizim yanımıza oturmadılar. Hep uzaktan
seyrettik onları. Hep yaralıydı sevdalarımız. Hayallerimizde ellerini ellerimize kilitledik…
Bindikleri durakları evimiz bildik… Sanki onlar değil de sevilen bizdik. Onların yerine de
sevdik. Bir gün son durağa geldik. Ve indik!

Aşkın farklı sokaklarında aynı ayak izleriyle karşılaşmak ve başkasına ait sandığımız bu
ayak izlerinin aslında kendi ayak izlerimiz olduğu gerçeğini bilmek, nasıl bir tecrübedir
sizce?


Adı üstünde işte: tecrübedir. Bu deneyim bize karşılaştığımız şeyin Kendini tanımak için
çaba sarf etmeyen insanlar, durmadan kendini kandırır. Pek çok insan kendini iyi tanıdığını
düşünür. Alışkanlıklarımız ve sınırlarımız bizi yanıltmaz. Neyi ne kadar başarabileceğimizi
az-çok tahmin edebiliriz. Fakat aşkta böyle bir tanımlama olamaz. Aşık insan kendini
aşkın içindeyken tanıyabiliyorsa, ya aşık değildir ya da aşık olduğunu sanıyordur. Aşkın
sokaklarında kendi ayak izlerimizle karşılaşmak, geride bıraktığımız bir çok şeyle yeniden
yüzleşmek demektir. Aşık, kendine kapanıp aşık olduğu kişiye açılır. Başkalaşacak kadar
aşklaşmış olanlar, aşklarının büyüklüğü ile övünürlerken, aslında bu kısa denebilecek
kavuşmalara uzun ayrılıklar sığdırdıklarını bilmezler. İşte bu yüzden, kendi adımlarımızla
karşılaşmak, gelenlerin gidenlerin bıraktığı yaraları tekrar kanatmaya başlaması demektir. O
sokaklarda kaybettiklerimiz farklı olsa da kalbimizde kanayan aynı yara.

Aşk ne kadar büyük olursa, ardında bıraktığı enkaz da o denli büyük mü olur?

Büyük aşk yoktur. Derin aşk vardır. Onu biz büyütürüz. Bunu yapmak hoşumuza gider.
Aşkımızı büyüttükçe elimizdekinin kocaman bir pamuk şeker olduğuna inanmaya başlarız.
Pembe, kocaman, tatlı… yemesi de bir o kadar hoş. Ama bilirsiniz, pamuk şekeri ısırmak,
aynı zamanda bir boşluğu, havayı ısırmak gibidir. Ağzınızı kocaman açarsınız, o helvayı
ağzınıza doldurmak istersiniz fakat ağzınızı kapatır kapatmaz, diliniz sadece bir gram şeker
tadar. Ağzınızı açtığınız ve o enerjiyi harcadığınız kadar karşılık bulamazsınız. Büyük aşk
böyledir işte. Dışı vardır, içi boştur. Oysaki derin aşk, şekerin pamuğa dönüştürülmemiş
halidir.

Aşka en uyumsuz durum hangisidir?

Bence sevdiğin kişinin her şeyi olabilmek uğruna kendinde hiçbir şey bırakmamak aşk
değildir.

Aşık olanla aşkı aramadan bulan arasındaki fark nedir?

Aşık olunmaz, aşk oluşturulur. Ve bu, sadece iki kişiyle olur. Aşkın nedene ihtiyacı yoktur,
yokluğa ihtiyacı vardır. Uçsuz bucaksız yokluklara sahip olacak kadar zengin olmaktır aşk.
Aşkı aramadan bulanlar, neyi kaybettiğini de fark edemez. Onlar, dalgaları yüzmeyi unutmuş
denizler gibidir… ve onların her dalgası, kendi sularında boğulur. Yine de şunu unutmamak

gerekir; insan Tanrının yarattığı mükemmelliği bozmayacak kadar mükemmel değildir.

Aşkta seçmemiz gereken doğru yol nedir?

Aşkta doğru yolu seçmek; sahte bir dünyada efendi olmaktansa, gerçek dünyada köle olmayı
seçmektir. Ve aşk uçmaya kanat aramak değil, uçuruma kanatsız atlamaktır.

Çok teşekkür ederim Kahraman Bey, bu bahar hoş bir sohbet oldu...

Asıl ben teşekkür ederim.

Kahraman Tazeoğlu’ndan seçkiler...

-

Sen benim gör-mek için bakmaya gerek bile duymadığım ezberimsin.

-

Meğer ne kadar da zormuş değerince sevilmek diyeceksiniz. Başkalarının size aşk diye
sunduğu sevgi kırıntılarını sonsuzluğa uğurlarken, bir zamanlar size biad eden sevgilinin
kıymetini buruk bir pişmanlıkla anlayacaksınız. Tam da böyle bir zamanda o’nun son mesajını
hatırlayacaksınız, “seni ne kadar çok sevdiğimi, biri seni sevince anlayacaksın”

- “bir gün gidersen, beni 'kaldığına' inandırarak git. Ben ancak, gitmediğine
inanarak yaşayabilirim...”

-

her kötünün iyi bir geçmişi ya da her iyinin kötü bir geçmişi olabilir. O geçmiş ki sahip
olunan “tek şey”, kaybedildiğinde ise “her şey”dir… Kimi insan, geçmişle geçememişi
birbirine karıştırır. Halbuki, geçen iz bırakır, geçeme-yen yara…

-

“sakar bir intihardan düştüm hayata. Yaşıyorsam, sakarlığımdan”

-

oysa ben senden bir bardak su istedim; Akdeniz değil

- sen ıslatmasını bilmeyen bir yağmur oldun her akşam
ben ıslanmasını bilmeyen ahmak
bu yüzden aşık olamadık sırılsıklam

-
-
-

Bir kâğıda sığar mı bir yürek? Ya da bir yürek kadar büyük olabilir mi bir kâğıt?

Bu dağa tırmananlar düşer, Seyredenler değil.
Ben sadece, Gidişine dayanabilecek kadar ayaktayım. Daha fazlasını verme!

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.