Tek mermiyle savaşa gidilmez
Beylikdüzü ve çevresinde 1000'den fazla daire yapan Petek İnşaat, bugün de iş ahlakı ve kalitesinden ödün vermeden faaliyetlerine devam ediyor. Bugünkü röportaj sayfamızın konuğu Petek İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Efkan Demir ile inşaat sektörünü, sektörün geleceğini, ekonomiyi, bölgeyi ve tabi ki siyaseti konuştuk.
İnşaatın ekonominin lokomotifi olmasının tehlikeli bir durum olduğunu söyleyen Demir, “Ekonomiyi bir savaş gibi düşünürsek tek mermiyle bu mücadeleyi veremeyiz. Çünkü o tek mermiyi attığınızda eğer hedefi tam doksandan vuramıyorsanız; mermi boşa gitmiş, başka mermi hakkınız da kalmamış olur. Bu nedenle inşaat dışında diğer sektörlerin de canlandırılması gerekir” dedi. Beylikdüzü'nde ilk yapılan projelerde insan yaşamının, sosyal hayatın, yeşilin, otopark gibi unsurların gözönünde tutulduğunu söyleyen Demir, bugün bu durumun tam tersi bir gelişme yaşandığını söyledi.
Özellikle son 5 – 6 yıllık döneme baktığımızda inşaat sektöründe ciddi bir gelişme yaşanıyor. Hatta Türkiye ekonomisinin inşaat sektörü üzerinde durduğu dile getiriliyor. Bir taraftan da o kadar çok bina yapılıyor ki, İstanbul inşaata doymadı mı sorusu geliyor akla... Siz ne dersiniz, İstanbul inşaata doymadı mı?
Sürekli göç alan ve korkunç bir büyüme trendi gösteren bir metropolden bahsediyoruz. Yapılan inşaat sayısı ile alınan göç neredeyse birbiriyle eşdeğer. Fakat 5 yıl öncesindeki konut açığı, genç nüfus çoğunluğunun burayı ikamet yeri olarak seçmesi, aş ve iş nedeniyle buranın olmazsa olmaz konumu elde etmesinden kaynaklı İstanbul'da inşaat sektörünün doyuma ulaşması gibi bir durum söz konusu değil. Yani yapılanların satılması, tükenmesi gibi bir durum yok. Çünkü gerçekten korkunç derecede ihtiyaç ve açık sözkonusu. Burada bizi tedirgin etmesi gereken inşaatın fazlalığından ziyade Türkiye ekonomisindeki tek lokomotif sektörün inşaat olarak belirlenmesidir. Bu durum korkunç tehlike arz ediyor. Bunun dışında bir üretim, bir faal sektörün olmaması tehlikeli bir durum.
Sonuçta siz bu işi yapıyorsunuz ve ne kadar güçlü olursa o kadar kazançlı olursunuz. İnşaatın lokomotif olması neden tedirgin etmeli?
İnşaat sektörünün tek başına bir lokomotif olması bir tehlikedir. Bununla ilgili daha net anlaşılsın diye bir örnek vermek istiyorum. Ekonomi ayakta kalabilmek için verilen bir savaş. Mücadele etmeniz ve günün şartlarına ayak uydurmanız lazım. Savaşta başarılı olabilmek için de birden çok merminizin olması gerekir. Tek bir mermiyle girdiğiniz bir savaşta başarı elde etme şansınız çok zordur. Çünkü o tek mermiyi attığınızda eğer hedefi tam doksandan vuramıyorsanız; mermi boşa gitmiş, başka mermi hakkınız da kalmamış olur. Bu da savaşta yenilgiyi getirir. Şimdi inşaat sektörünün dışında sanayi, kendi ürettiğimiz otomotiv, tarım, hayvancılık gibi birbirini destekleyen ve birbirinin tamamlayıcısı olan sektörler de en az inşaat kadar gelişmediği zaman bir yerde arz ve talep dengesi şaşacaktır. Ya arz çoğalacaktır talep olmayacaktır ya da talepten kaynaklı her yeri imara açmak gibi bir durum içinde kalacaksınız. Bu tehlikeli bir gidişat. İktisadi olarak dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan, sadece bizim ülkemize özgü bir durum.
Herkes inşaatçı olmaya çalışıyor
Özellikle bu bölgede çok sayıda müteahhit firma var. Bunların arasında işini iyi yapanlarda olduğu gibi insanların ev alma hayallerini yıkanlar da var. Çok kolay para kazanıldığı düşünüldüğü için insanlara cazip gelen bu sektörün gidişatı size göre nasıl olacak?
İnşaat sektörü ile ilgili tehlikeli olgulardan bir tanesi de bu zaten. Herkes inşaatçı olmaya çalışıyor. Bu işi bilen bilmeyen, azıcık parası olduktan sonra müteahhit olmaya kalkışıyor. Çünkü şartlar çok uygun, yerel yönetimler tarafından destek alıyorlar, sektörün doyuma ulaşmaması nedeniyle olan açıktan kaynaklanarak en kar getiren sektör olarak gözüküyor. Ve herkes bu işi yapıyor. Adam hayvancıysa hayvancılığı terk ediyor, çiftçiyse ekip biçmekten vazgeçiyor, otomotivciyse bunu bırakıyor. Çünkü bu sektörlerin ayakta kalması için de yapılan bir şey yok ve insanlar mecburen vazgeçiyor. İnşaattaki kar oranlarının yüksek olmasından, görünen yüzeysel ve geçiş dönemi olarak nitelendirebileceğimiz dönemi yaşadığımız için bu sektöre yöneliyor. Bundan dolayı tehlikeli olarak arz ediyorum. Ama bu bir geçiş dönemi. Ondan sonra bu işi hakkaniyetiyle yapan, profesyonelce uygulayan, en çok yeterliliği olan kimse onlar kalacaktır. Diğerleri bunun bedelini ödemek suretiyle bu sektörden çıkmak zorunda kalacaklardır.
Bu tür bir gelişme ne gibi riskler ortaya çıkarıyor?
İstanbul'un deprem bölgesi olduğu göz ardı ediliyor. 1999'da yaşadığımız vahim olayların çok çabuk sürede unutulması gibi bir durum söz konusu. Burada en çok sıkıntı yaşayacağımız olay diye nitelendirebileceğimiz şey bu yaşanmışlıkları göz ardı ederek imarla ilgili korkunç sıkıntılı ve 'kirli imar' diye nitelendirebileceğimiz bir gerçeğin olması. Beylikdüzü bugün bizim revaçta bölgemiz olarak düşünebileceğimiz bir bölge. 2000 öncesi yapılan konutlara bakarsak hepsinin yeşil alanları, otoparkları, bahçe nizamlarının olduğunu; kat sayılarının çok fazla olmadığını görüyoruz. Ama 2000 yılından sonra bu bölgede nüfus ve bina yoğunluğunun korkunç artış gösterdiğini biliyoruz. Bunun bir imar kirliliğine yol açtığını görüyoruz.
Yerel yöneticiler hassas olmalı
Özellikle yeşil alan konusunda vatandaşların ciddi bir tepkisi var. İstanbul'da yeşil kalmadığı, bütün boş arazilerin hatta deprem toplanma alanlarının bile imara açıldığını söylüyor. İstanbul'un her yerinin binayla dolu olduğunu hepimiz görüyoruz. Yerel yönetimler bu konuda hassas davranmıyor mu?
İstanbul'dan çıktığınızda; ister Kocaeli ister Tekirdağ tarafına gidin boş olan, yerleşim yerine dönüşmemiş yer kalmadı. Tarım alanı, hayvancılık yapılacak bölgeler hemen hemen hiç kalmadı. Bu durum hükümetin izlediği politikalardan kaynaklı olarak İstanbul'un sürekli göç alması, nüfus yoğunluğunun kendi içerisinde korkunç artması ve plansız programsız bir yapılaşmanın söz konusu olmasından kaynaklı yaşadığımız başlıca sorundur diye nitelendiriyorum. Yerel yönetimlerin bu konuda hassasiyet göstermediği ile ilgili çok bariz bir örnek vereyim. Burada deprem öncesinde ve depremin hemen akabinde yapılan binalarla ilgili imar durumuna bakarsanız emsali 1 buçuğu geçen herhangi bir ada, pafta ve parsel söz konusu değil. Artı bu parsellerin yapılaşmaya açıldığında da H olarak nitelendirdiğimiz bina katlarının 15'i geçmediğini görüyoruz. Fakat bölgeye olan rağbetten sonra kütle imarı dediğimiz bir uyduruk imar planı oluşturduk. Son yapılan inşaatlara dikkat ederseniz neredeyse yeşil alan hiç yok. Otoparklar ya bina altına alınarak ya da hiç yapılmaksızın, birbiriyle korkunç yakınlaşmış, arada hiçbir yeşil alan, hiçbir sosyal tesisin olmadığı yerler görüyoruz. Bunu belediyeler her mahallenin ortasına bir park yaparak çözmeye çalışıyor. İmar planıyla ilgili çok reel bir adım atılıp da geçmişe dönük binalarla ilgili işlemlerin yapılması söz konusu değil. Ama en azından bundan sonra verilecek imar izinlerinde belediyelerin buna hassasiyet göstermesi gerekir.
Beylikdüzü ve Esenyurt bölgesini nasıl görüyorsunuz?
Belki çok iddialı, birilerini incitecek bir laf olacak ama şu son 10 yılda imarla ilgili bir çal kap yaşanıyor. Yani böyle bir imar durumunun, böylesine bir nüfus yoğunluğunun baz alınarak hareket edilmesinin dünyanın hiçbir yerinde örneği yoktur. Dünyanın en ucube, en plansız programsız yerlerinde bile Esenyurt'taki imar gibi bir durumdan bahsedilmesi bile mümkün değildir. 2000'li yıllarda burada ilk inşaat yapan firmalardan biri de biziz; bu bölge çok nezih bir bölgeydi. Herkesin çok kolay ulaşamadığı, planlı, insanın ve yaşam alanlarının birbiriyle adapte olabileceği ve çok rahat yaşam koşullarının oluşturulabileceği bir bölgeydi. 2000'li yıllardan sonra ise bu zihniyetin yerini ne kadar bina yaparsak o kardır zihniyeti aldı.
Yabancılara kota getirilmeli
Yabancılara toprak satışının yasallaşmasından sonra özellikle Arap vatandaşlardan ciddi bir talep olduğunu biliyoruz. Beylikdüzü bölgesinde de yabancı sayısında artış var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz, sektöre faydası oldu mu?
İnşaat ekonominin lokomotifi diye bir özelliğe sahip ve bunun da ayakta durabilmesi için var olan arzın yaratılacak taleple çözülmesi lazım. Yurt içi taleplerinin yetmemesi söz konusu olursa mutlaka yurt dışından tahsis edilecektir. Özellikle Araplardan çok fazla rağbet var. Orada ekonomik durumu iyi olanlar, burada mal edinme ile ilgili serbestlik getirilince kendi ülkelerinde bulamadıkları imkanların olduğu, cennet diye nitelendirebileceğimiz ülkemizin muhtelif yerlerinde yatırım yapıyor. En çok tercih ettikleri yerin başında ise İstanbul geliyor. Yatırım yapma ile ilgili ben sınırsız hak olmasına katılmıyorum. Bir kota olmalı. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi toprağı sırtına alıp da kendi ülkesine götürmüyor ama sonuçta mülkiyet hakkı sizin vatandaşınız olmayan birilerinin eline geçiyor. Bu İsrail'in Filistin'de yaşattığı bir olay. Yarın buradaki aşırı derecedeki yapılaşmadan kaynaklı Arapların veya başka uyruklu insanların söz sahibi olması gibi durum söz konusu olursa bunun getiri ve götürülerinin tartılması; kefede karşılıklı olarak nereye kadar birbirini dengede tutabiliyor olgusunun göz ardı edilmemesi lazım. Birçok ülkede hiçbir şekilde ne kadar para verirseniz verin bir mülkiyet hakkı elde edemiyorsunuz. Sadece belirli sürede mal edinebiliyorsunuz. Oranın asıl sahibi yine oranın devleti oluyor. Böyle bir şekilde Türkiye'de de bu olayın çözülmesi gerekiyor.
Koalisyon hükümeti de istikrar getirir
İki ay sonra yapılacak seçimle ilgili herkes 'çok farklı olacak' nitelendirmesi yapıyor. Siz bu seçimi ve sonuçlarını nasıl öngörüyorsunuz?
Bizim ülkemiz demokrasiyle ilgili bir emekleme süreci geçiriyor. Her ne kadar kurulan genç cumhuriyetle demokrasiye geçtiğimizi düşünüp; 1946'da çok partili sisteme geçerek güçlendirdik desek de halen seçim sisteminin değişmemesi, liderlik sultasına dayalı olarak vekil adaylarının belirlenmesi demokrasimizin hala çok küçük bir çocuk olduğu, korumaya, kollanmaya muhtaç olduğu gibi bir izlenim ortaya çıkarıyor. Son siyasi trendle ilgili olarak da şunu söylebilirim, 17 – 25 Aralık operasyonları bu hükümet için bir döngüydü ama bunu terse çevirmek gibi bir başarı gösterdiler. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı hareketler; son derece aleyhinde olan bir durumu lehine çevirmesini sağladı. Haziran'daki seçimlerde son birkaç gündür AK Parti'de yaşanan olaylardan (Bülent Arınç ve Melih Gökçek arasındaki tartışma) kaynaklı insanlarımızın bir nebze olsun doğruları görüp, daha doğru bir kanaatla hareket edeceğini düşünüyorum. Türkiye bir eşikten geçmek üzere... Bir yerlerde bölünme çığlıklarının atıldığı bir durum söz konusu, bir yerlerde bu şartlardan kaynaklanarak ne koparabiliriz zihniyetiyle hareket eden bir siyasi güruh var. Ben böyle bir ortamda Cumhuriyet'e sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. AK Parti'de bir erimenin olabileceğini düşünüyorum. Oy oranının yüzde 35 ile 40 arasına düşeceğini tahmin ediyorum. CHP'nin yüzde 30'larda iyi bir sonuç alacağını düşünüyorum.
Ama koalisyon hükümetlerinin de başarısız olduğu ile ilgili genel bir kanı var... Özellikle 'tek parti istikrardır, koalisyon olursa bu istikrar yok olur' korkusu da var. Koalisyon ekonomiyi etkiler mi?
Koalisyon bizim ülkemizde başarısız denemeleri olan bir yönetim şekli. Ama dürüstçe davranıldığında, herkesin haklarına riayet edip de olayın doğruluğu kuramıyla ve ülkenin birliği, bütünlüğü, gelişmesi, refah düzeyinin artması düşüncesiyle hareket edilirse çok daha başarılı olacağına inanıyorum. Tek parti istikrarı olarak empoze edilen ve basında pompalamaya çalışılan durumla ilgili şunu söyleyebilirim; 12 yıldır tek parti var ama yarınla ilgili hiç kimsenin ekonomiksel açıdan 'şu olur' diyerekten kendini güvencede görebileceği bir durum söz konusu değil. İstikrar öğesi olarak IMF'ye borcumuzun bittiği söyleniyor ama şu andaki dünyadaki en borçlu ülkelerden biriyiz. Borcumuz çok, ekonomimiz iyi değil, sadece inşaat sektörünün ekonomiyi taşımaya çalıştığı bir durumdayız. Borçsuz olan tek bir vatandaşımız yok. İstikrar bunun neresinde? İnşallah iyi bir koalisyon, iyi bir hükümet kurulur. AK Parti'nin olmadığı değil olduğu ama hesap verdiği, denetlendiği bir hükümetin kurulacağını düşünüyorum.
Yabancılara satış ile ilgili bir kota olmalı. Toprağı sırtına alıp da kendi ülkesine götürmüyor ama sonuçta mülkiyet hakkı sizin vatandaşınız olmayan birilerinin eline geçiyor
Seçim sonrası kriz kapıda
“Bazı kesimler ekonomide bir kriz beklendiğini ve bu kez teğet geçmeyeceğini iddia ediyor. Siz Türkiye'nin ekonomisini nasıl görüyorsunuz?” sorusunu da yanıtlayan Efkan Demir, şu an bile bir kriz yaşandığını ve bunun seçim sonrası daha da etkili olacağını söyledi. “Hiçbir kriz teğet geçmiyor. Aslında krizle ilgili etkilenen kişilerin varlığı her dönem sözkonusu ve bunu etrafımıza baktığımızda çok net görebiliyoruz” diyen Demir, “Bir ülkede işsizliği, enflasyon oranını, gayrisafi milli hasıla ile kişi başına düşen milli geliri ele alıp ortaya çıkan tabloyu dünya verileriyle bir endekse tabi tutulduğunda ülkenin ekonomik durumu net olarak belli olur. Bazı rakamlar üzerinde oynanarak enflasyon oranının düşürülmesi, işsizlik oranlarıyla ilgili olmaması gereken verilerle hareket edilmesi ekonominin düzgün olduğunu yansıtmaz. Alım gücümüzdeki düşüklük, asgari ücretle açlık sınırı rakamları arasındaki fark ülkenin ekonomik durumunun nereye gittiğinin çok açık göstergesi. Ben 2001 – 2002 yılları arasında yaşanan ve teğet geçti denilen krizin teğet geçmediğini, normal bir kriz olarak yaşandığını düşünüyorum. Bugün de insanlarımızın çok daha fakirleştiğini, 10 – 15 yıl önceki verilerle bugünkü verileri kıyasladığımız da kötü bir durumda olduğumuzu görüyoruz. Bugünkü seçim ekonomisinden, ülkenin şu anda yöneldirildiği durumdan kaynaklı olarak da özellikle seçimden sonra korkunç bir krizin kapımıza dayandığını görüyoruz. Bununla ilgili tedbir alınmaması gibi bir durum söz konusu olursa çok etkileneceğimizi düşünüyorum. Hatta yılbaşından sonra yaşanan ekonomik trend ve dövizdeki dalgalanmaları baz olarak alırsak yüzde 10 – 15'lik bir develüasyon yaşandığını bile söyleyebilirim. Alım gücümüzü, işsizlik oranını, kurdaki dalgalanmayla şu anda ulaştığı seviyeyi düşündüğümüzde bir deveülasyon yaşadığımızı ve aslında bir kriz içerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu bütün sektörler için böyle. Suni olarak birilerinin iki tane, beş tane daire almasıyla ekonominin canlandığı ve bizim de 17'nci ekonomi olduğumuzu söylemek bence koca bir aldatmacadır” diye konuştu.
Sözünün eri bir firmayız
Efkan Demir, “Petek İnşaat olarak kendinizi nerede görüyorsunuz. İnsanların aklında 'Petek İnşaat' dendiği zaman nasıl bir imaj uyanıyor?” sorusunu şöyle cevapladı, “Biz İstanbul genelinde ve Çanakkale'de gerçekleştirdiğimiz projelerin tamamının kat mülkiyet tapusunu çıkarmış, iskanını almış ve teslim etmiş bir firmayız. Yaptığımız daire ve yazlık konutun sayısı 1000 küsür civarında. Böylesine güçlü, geçmişi 90'lara dayanan bir firma olmamıza rağmen şu anda gönül rahatlığı ile yeni bir projeye atılmak gibi bir adım atamıyoruz. Çünkü dediğim gibi bu sektörün yarınıyla ilgili korkunç karanlıklar var. Ama Petek İnşaat ile ilgili şunu söyleyebilirim, biz bugüne kadar yaptığı konutları sorunsuz olarak tüketicilerine teslim eden, bunların gerek tapu gerek imar - iskan durumları ile ilgili tek sorun yaşatmamış, sözünün eri, verdiği taahhütleri zamanında yerine getiren, bizimle ticari bağlantıları olan insanlar tarafından takdirle referans olarak gösterilen firmalardan biriyiz. Ama çok büyüyebildiniz mi diye sorarsanız, dediğim gibi rekabet ettiğiniz kişiler ve koşullar o kadar absürt ki hiçbir kurala uymayan durumlar söz konusu olduğu için olmamız gereken yerde olmadığımızı düşünüyorum. İleriye dönük tabiki hedeflerimiz var ama Türkiye'nin ekonomiksel olarak bayağı sıkıntılı bir döneme gireceğini gördüğümüz için temkinli hareket etmeye çalışıyoruz.”
2000’den beri Beylikdüzü’nde
1968 Ardahan Hanak doğumluyum. 1997 yılında İstanbul'a geldik. Geldiğimizde inşaat işleri yaparak fiili olarak ticaret hayatına atıldık. Petek İnşaat adıyla firma kurduk. Bugüne kadar Bahçelievler, Florya, Göztepe gibi İstanbul'un muhtelif yerlerinde projeler hayata geçirdik. 2000 trendinde Beylikdüzü'nün revaçta olmasından sonra Beylikdüzü ve Mimarsinan'ın çeşitli yerlerinden 1000'e yakın daire yaptık. Şu anda da Beylikdüzü'ndeki iki ofisimizde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Hem yapmaya çalıştığımız projeler söz konusu hem de daha önce bitirdiğimiz projelerin satışıyla ilgili ticari faaliyet gösteriyoruz.
KELİME OYUNU
Aile: Her şey
Çocuk: Gözbebeği
Siyaset: Hayatımızın
gerçeği, uzak duramayız
Türkiye: Çok seviyorum
İstanbul: Dünya
Dostluk: Çok önemli
Geçmiş: Unutmamak lazım
Bugün: Yaşanması gereken
Gelecek: İyi hesap yapmak
İş: Olmazsa olmaz
Muhalef: Yapılmalı
İktidar: Çok dürüst olmalı
KAYNAK: GAZETE İSTANBUL
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.