Baki Çiftçi
Makinist uyuma filmi başa sar
Yayınlanma:
Yetmişli yılların başında henüz siyah beyaz televizyonlar yaygın değildi. İnternet, cep telefonu, bilgisayar, bizim gibi ülkelerde fantastik bilim kurgu sayıldığı zamanlardı. Anadolu’nun taşra kentlerinde zaman zaman tiyatro ve konser turneleri ilimizi ziyaret etse de, en büyük sosyal etkinliğimiz sinemaydı.
Öyle herkes sinemaya koşmuyordu tabi. Memurlar, kentli orta esnaf takımı, bürokrasi, tabi ki öğrenciler. Özellikle köyden okumak için şehre gelmiş köylü çocukları aç bir merakın heyecanıyla tahta kurusu ve piresi bol salonlara doluşurlardı. Öğretmenlerin sinemalarda öğrenci avına çıktığı olurdu zaman zaman. Temiz ve bakımlı tek bir sinema vardı ona da şehrin ileri gelenleri giderlerdi. Diğerlerine göre biletler daha pahalı, filmleri de daha kaliteliydi.
Biz daha çok vurdulu kırdılı filmlere giderdik. Köylü, ağa çelişkisini anlatan filmlerden daha çok, şehirli yeraltı dünyası, şimdilerde mafya dedikleri şiddet içeren siyah beyaz filmlere ilgi çoktu.
Erol Taş, Kenan Pers, Kazım Kartal,Turgut Özata, Bilal İnciler… gibi ikinci adam aktörlerin canlandırdığı, İstanbul’u parsel parsel paylaşan mafya babalarını oynarlardı. Çevrelerinde siyah takım elbiseli silahlı adamlar her an her şeye hazır esas duruşta beklerlerdi. Haracını alamadığı bar, pavyon, gazino lokantalara baskınlar yaparlar, buralardaki uyuşturucu, kadın, kaçak içki, sigara, silah işlerinde mafyalar arası nüfuz savaşlarını anlatan filimlerdi.
Sonra “esas oğlan” gelir bir çoğunun hakkından gelirdi. Bizler gözlerimiz faltaşı bir hayranlıkla esas oğlanı tutardık. Çünkü o iyi ve kötülere karşı savaşırdı. Bizlerde esas oğlanın zaferiyle sevinir, vurulmuşsa üzülürdük. Yılmaz Güney’in filmlerinde esas oğlan genellikle ölürdü. Babaların sırtını dayadığı ve filmlerde pek yüzü gözükmeyen karanlık “derin” güçler tarafından yönetildiklerini hissederdik.
Bu filmlerde boy boy mafya grupları vardı. Küçükler hırsızlık, biraz irileri mahalle haraçları, biraz daha büyükler bar, pavyon, gazinoları kontrol ederken onların üzerinde uyuşturucu, kadın, sigara işleri, daha da büyüklerinin kolları burzuvaziye, siyasi ve yüksek bürokrasiye, uluslararası güçlerin milyar dolarlık yasadışı işleri konu edilirdi.
Gerçek hayatta böyle şeyler olmasına ihtimal vermezdik. Senaristin fantezileri gibi gelirdi bize. Yaşımız büyüdükçe gerçek hayatta ne mafyalar varmış da filmlerde gördüklerimiz buzdağının bir parçası bile değilmiş. Gerçek daha yakıcıydı. Koca koca ülkeler parsel parsel paylaşılmış, dahası dünyayı paylaşmak için adına “devlet” dedikleri yapılar korkunç savaşlara girişmişlerdi.
Biraz daha büyünce gördük ki sistemin tamamı mafyatik bir yapıya sahipti. Yasallık ve yasadışılık göreceydi. Daha güçlüler resmi, gayri resmi olanlar “racon” hukukuna sahiptiler. Kimi zaman çatışsalar da güçlü olanlar yoldan çıkmış olanları hizaya sokmak için resmi güçlerini kullanıp birde onu oya çevirmenin, iktidarlarını pekiştirmenin, mülk ve servetlere el koyma peşindeydiler.
1980 12 Eylül de ki “babalar operasyonu” yeraltındakilerle yerüstündekilerin yeniden organizasyonuna bir mola gibiydi. Çünkü bunların karşısında emekçi sınıflar duruyordu. Dünyada da olduğu gibi yerin altındakiler de üstündekiler de emekçi sınıfların “iş, ekmek, hürriyet, eşitlik, adalet ve emeğin onuru gibi demokratik” taleplerinin ortak düşmanlarıydılar. Emekçi halk hareketinin demokratik devrimci damarı vahşice kesilirken, eski klasik “baba”lar da tasfiye edilip, yenileri devletin has müttefikleri olarak, üstelik daha bir itibarla yollarına devam ettiler.
Elbette oturup özel olarak bir “mafya” tarihi yazmak niyetinde değiliz. Kapitalist sistem bizatihi baştan aşağı kurum ve kuruluşlarıyla bir mafya yapılanmasından faklı olmadığını aşağı yukarı herkes bilir. En büyük haydut ve mafya devletin ABD olduğunu ünlü düşünür Noam Chomsky çok iyi anlatır.
Yerel seçimlerin yaklaştığı şu günlerde “ittifak at pazarlıkları” üzerine iki söz söyleyelim derken, konu başka yerlere savrulduysa da hiçbir “demokratik kurala, değere, temayüle, etiğe” uymayan ülkenin parsel parsel paylaşımına tanıklık ediyoruz. Mafya tik siyaset tamda bu değil mi ?
Siyasi gruplar “cumhur-millet” dedikleri yapılanmalarla hem kendi aralarında, hem de ötekine karşı şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy paylaşım kavgası sürdürüyorlar. Ne halka (cumhur), ne millete (ulusa), ne köylüye, ne işçiyi nede kasabalıyı insan yerine koyan yok anladık da, ya ayıptır hiç olmazsa seçmen yerine koyun be insancıkları!
Halkı ve seçmeni hiçleştiren bir pervasızlığın dip yapığı zamanlardayız. Üstelik söylenmemiş sözü, yapılmamış eylemi, alınmamış sarı yeleği “sarı rüyalar görenler, çıplak yatmayı göze almalı” yada “Bu millet patlatır enseni” diyenlerin anayasal bir hakkın işkenceli tehditlerinin normalleştiği ortamlardayız.
Ön seçimlerle halkın kendi yöneticisini seçme demokratik hakkın yerine, …..unda boncuk bulunmuşlara “baba”ların has adamlarını piyasalaştırma, pazarlama cambazlarından gına geldiği zamanlardayız.
Biz mi? Renkli HD sinemada filim seyreder gibiyiz. Mersin senin, Bursa benim, İstanbul’ imamın, ortak paylaşalım, Ankara yavaşın , Kayseri’yi vermeyiz , Samsun dan vazgeçmeyiz, Trakya bizden sorulur , Antalya hiç olmaz orası benim, Diyarbakır’ı es geç…Esas oğlanların kollarında zincir, “zincir sallandıkça her yanım sancır.”
“ Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zâlimler oldular.”( 43 ZUHRÛF 76) Şimdi onların devri. Ama devirler değişir. Gün olur devran döner, mazlumların adaleti zalimi yener, zincirler kırılır. Halka rağmen halkı görmeyenler yok olur gider. İnsanlık baki kalır.
Film koptu “makinist uyuma filmi başa sar…” Piyuvvvv Piyuvvvv Piyuvvvv fiiiyt fiyyyuuuu…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.