BÜYÜK ACIYI UNUTMADIK
17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi büyüklük, etkilediği alanın genişliği, sebep olduğu insan kayıpları ve yapı hasarları açısından 1939 Erzincan depreminden sonra Cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci depremidir.
17 Ağustos 1999 depreminin 14. Yılında Türkiye’de deprem risklerinin azaltılmasında varılan noktada bir muhasebe yapılması gerekmektedir.
Son 14 yıldır ülkemizde büyüklüğü 6.5 dan daha büyük tek bir deprem olan Van depremi olmuştur. Deprem kuşağı üzerinde olan ülkemizde Kocaeli depremi büyüklüğünde bir deprem olmaması bir şanstır. Ancak deprem risklerinin azaltılması açısından bu şanslı dönemin son 11 yılını AKP iyi kullanamamıştır.
Sosyo-ekonomik politikalardaki yanlışlıklar nedeniyle göç ve nüfus artışlarıyla ortaya çıkan plansız ve denetimsiz yapılaşma 1. ve 2. Derece deprem bölgelerinde deprem kökenli kayıp risklerini daha da arttırmıştır.
Hükümet, uzmanlar tarafından sürekli hatırlatılan ve deprem risklerinin azaltılması amacıyla yapılması gerekli olan bazı yasal ve kurumsal düzenlemeleri gerçekleştirememiş, yeni imar yasasını değiştirememiş ve afet yasasını çıkaramamış, hukuki ve teknik açıdan birçok yetersizlikleri bulunan kentsel dönüşüm yasasını çıkarmış, yapı denetim yasasında yıllardır söylenen eksiklikleri giderememiş, Zorunlu Deprem Sigortasında gerekli değişiklikleri yapamamıştır.
Hal böyleyken başta İstanbul gibi tehlikeli deprem bölgelerindeki kalabalık kentlerde deprem bahane edilerek sorunlu yapılarda yaşayan, özellikle alt ve orta gelir grubundaki insanlara hiç bir katkısı olmayan ‘kentsel dönüşüm’ uygulamaları adıyla rant amaçlı yapılaşma süreci başlatılmıştır.
Yıllar, İstanbul’a nüfus hücumunu ranta dönüştüren uygulamalarla, birilerine daha çok para kazandırma imkanlarını yaratmakla geçirilmiştir. Plansız ve denetimsiz yapılaşmalar sürdüğünden mevcut sorunlu yapı stoğuna ek olarak yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır.
2003 yılında İstanbul Deprem Master Planında önerilen yöntemler uygulamaya geçirilememiştir. İstanbul’un Anayasası olarak adlandırılan ‘İstanbul Çevre Düzeni Planı’ ında belirlenen kırmızı çizgiler ciddiye alınmamış, ‘Çılgın Projeler’ adı altında İstanbul’un deprem riskinin azaltılmasına katkısı olamayan, su havzalarını ve ormanlarını yok edecek projeler peşine düşülmüştür. Ne yazık ki “deprem tehlikesi” bu projeler için araç olarak kullanılmaya çalışılmıştır.
Plancılık bilimine aykırı ve rant amaçlı noktasal imar tadilatları ile ana kent planları yamalı bohçaya dönmektedir. Yüksek yapılar ile ilgili yönetmelikler çıkarılamadan kat sayıları hızla artmakta, bu yapılarda kullanılacak beton ve donatının mühendislik ve malzeme kalitesi denetimi ciddi sorunlar içermektedir. 20-30 gibi kat sayılarına ulaşan yüksek yapılaşmalar başta deprem olmak üzere gelecekte deprem, ulaşım, çevre, nüfus yoğunlukları ve sosyo-kültürel sorunlar ortaya çıkaracaktır.
17 Ağustos 1999 depremi ve onu takibeden 23 Kasım 2011 Van-Erciş depremi herkesin gerekli dersleri almasını sağlamıştır, ancak hükümet üzerine düşen ev ödevlerini yapmamıştır. Van’da yıkılan yapıları incelediğimizde büyük çoğunluğunun 1999 yılı sonrası yapılan ve yapı denetimin yapılmadığı yapılar olduğunu görürüz.
Hükümet seçimlerden hemen önce yeni bakanlıklar kurmuştur. Bu bakanlıklardan biri de ‘Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’dır. Deprem risklerinin azaltılmasında önemli kararlara imza atacağı anlaşılan bu bakanlıkla ilgili kararnameye bakıldığında bu konuda umutlanmak pek mümkün gözükmemektedir. Bu kararname incelendiğinde TMMOB’ye bağlı Odaların kamusal–toplumsal hizmet sunumu, izleme, sorgulama ve denetim gibi işlevlerini ortadan kaldırılması yoluyla AKP’nin siyasal plandaki tekelci yönetim anlayışını toplumun geneline yaymak istediği anlaşılmaktadır. Bu durum ilgili meslek odalarının deprem riskini arttıran politika ve uygulamaları izleme, sorgulama ve denetleme olanağını ortadan kaldıracaktır
Gidişata bakıldığında gelecek genel seçimlere kadar hükümetin deprem riskini azaltacak önlemler ve uygulamalar konusunda başarılı olacağına dair kanaatimiz oluşmamıştır.
Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı
Hükümet 17 Ağustos 2011 de ‘Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nı açıklamıştır. Ancak bu planda önemli eksiklikler vardır, ve belirttikleri gibi yeni bir açılım getirdiğini söylemek mümkün değildir.
Söz konusu strateji belgesi tesbit ettiği sorunlar ve eylem planı başlıklarına gözatıldığında Türkiye’de kendisinden önce başka hiçbir çalışma yapılmadığını varsaymaktadır.
Benzer başlıkları ve eylem alanlarını işaret eden Ulusal Deprem Konseyi Strateji Raporu’nu, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı (BİB) Deprem Şurası Raporunu, Türkiye İktisat Kongresi Raporlarını, BİB Kentleşme Şurası Raporlarını, TBMM Özel Komisyon Raporlarını, Sayıştay Raporlarını, KENTGES raporunu ve benzer içerikteki sayısız resmi araştırma raporlarını görmezden gelmektedir. Kaldıki planın hazırlanmasında görev yapan bazı uzmanlar daha önceki bu rapor çalışmalarında yer almışlardır.
Bu bağlamda planın “yeni ve ilk kez” sayılacak bir özelliği yoktur. AKP iktidarı tarafından 2007 yılında kapatılan Ulusal Deprem Konseyi’nin 2002 yılındaki raporunun ve daha sonra yayınlanan diğer raporların önemli bir bölümünü yinelemek bu planın AKP iktidarı tarafından “deprem riskini azaltmak için ilk kez bir başlangıç” yaptığı görüntüsünü ortadan kaldırmaktadır.
Geçmiş iki iktidar döneminde Türkiye’de deprem risklerinin azaltılmasına yönelik yasa ve yönetmelikleri çıkaramayan bir iktidarın önümüzdeki 2 yılda bu eksikliklerini bu eylem planı sonrası giderebileceğine inanmak çok zordur. Bu strateji ve eylem planı, mevcut durumun sürdürülmesini değil, hangi köklü değişikliklerin zorunlu görüldüğünün açıklamasını yapma yükümlülüğündedir. Eylem planı bu anlamda zayıf bir metindir.
Planın hazırlanmasında katkıda bulunan meslek gruplarının ağırlıklı olarak yer bilimciler ve mühendislerden oluştuğu görülmektedir. Oysa deprem konusunda bir ulusal stratejinin hazırlanması, sosyal bilimcileri ve plancılarında aynı oranda katılımını gerektirir. Bir ‘strateji’ geliştirmede, özelikle planlama meslek dalının deneyim ve becerilerine ihtiyaç duyulur. Hal böyleyken planda “çok disiplinli” bir çalışma yapıldığı iddiası, taslağın inandırıcılığını zayıflatmaktadır.
Önerilen ARGE eylem alanları da, bir ulusal strateji belgesinde yer alması gereken konuların belki yalnızca %50’sini kapsamaktadır. Oysa deprem konusunda bir ulusal stratejinin hazırlanması, gerçekçi bir “çok displinlilik ilkesi gözetilerek” hazırlanmalıdır. Strateji ve Eylem Planı raporu kavram ve dil kargaşasına ve yanlışlıklarına sahiptir. Örneğin ‘zarar azaltma’ teriminin hala ‘risk azaltma’ kavramı yerine kullanılmakta olduğu görülmektedir.
Raporda ‘Deprem duyarlı yerleşim’ tamlaması Türkçe’de depremden kolay ve en fazla etkilenen yerleşim anlamına gelir. Burada kastedilenin ise, ‘depreme dirençli yerleşim’ olsa gerektir. ‘Kritik yerleşim’ tamlaması da ‘yüksek riskli yerleşim’ olmalıdır.
Planlama bakış açısı zayıf olan bu rapor, planlama türlerine ilişkin tanımlarda bir karmaşa içermektedir. Bu ayrımlar ve planları hazırlayacak uzmanlıklar arasındaki sorumluluklar açık biçimde yapılmadıkça, doğru deprem stratejisi kurulamaz.
Tehlike Haritaları ile ilgili bölümde ‘riski tamamen ortadan kaldıracak’ yaklaşım modellerinden söz edilmektedir. Bu bölümde, tehlike bilgi ve haritalarının hazırlanması çalışmaları ile risk belirleme çalışmalarının ayrı uzmanlık konuları olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir.
“Deprem Güvenli Yerleşme” kapsamında öngörülenler, planlı yerleşim kavramını ve risk sektörleri analizlerini bütünüyle göz ardı etmekte, yerleşmelerdeki riski yalnızca yapı (ve altyapı) sağlamlık derecesinin bir işlevi olarak tanımlamaktadır.
Belirlenen eylem kararlarının, mutlaka meslek odaları ile birlikte alınması gerekliliği açıktır. Hal böyleyken, TMMOB’nin yetkilerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredilmesi tartışmalarının sürdüğü bir dönemde, bu zorunluluğun gerçekleşmemesi ülkemizde deprem risklerinin azaltılması eylemlerinin başarıya ulaşmasını engelleyecektir.
Zorunlu Deprem Sigortası’nın yaygınlaştırabilmesi için deprem sonrası yara sarmak yanısıra, deprem riskinin azaltımasında bir araç kimliğine kavuşturulması gerekir.
Kentsel Dönüşüm Nedir?
1999 Kocaeli ve Düzce depremlerinden sonra "Kentsel Dönüşüm" sözcükleri ülkemizde çok sık gündeme gelmeye başladı. Kentsel Dönüşüm neleri kapsadığına ve nerede, ne için yapıldığına bağlı olarak strateji, tasarım ve uygulama farklılıkları gösteren bir alandır.
Kentsel dönüşüm tanımı şöyle yapılabilir: Kentsel toplu yenileme ya da ‘dönüşüm’ çalışmaları, mevcut kent yapısında gereken değişiklikler amacıyla yapılan yenileme, iyileştirme, yeniden geliştirme, sağlıklaştırma, koruma, gibi pek çok farklı girişimin genel bir ifadesidir.
Dönüşüm uygulamaları kapsamının çok meslekli ve çok yönlü uygulamaları içerir. Dönüşüm, kent planlaması ile birlikte, ekonomi, sosyoloji, toplum psikolojisi, hukuk, finans, siyaset, mühendislik, mimarlık, kentsel tasarım gibi çok yönlü bilgi alanlarını buluşturan bir bilimsel uygulama alanıdır.
Dönüşüm uygulamaları yerler gecekondu bölgeleri, kaçak ve mühendislik hizmeti almamış yüksek yapıların yoğunlukta bulunduğu alanlar, afet riski yüksek bulunan alanlar, kent merkezlerindeki sosyal çöküntü alanları, ekonomik ömrünü ve işlevini yitiren kent alanları ile tarihsel kent noktaları kentsel dönüşüme konu olabilecek kent parçalarıdır.
AKP nin Çıkardığı Kentsel Dönüşüm Yasası (6306 Sayılı Yasa) Ne Yapıyor?
6306 sayılı yasa doğal ve özellikle endüstriyel tehlikelerin ve risklerin bilimsel, objektif ve tartışılmaz bir ölçüsünü tanımlayabilecek bir durumda değildir.
Yasa, Türkiye kentlerinin kendi özelliklerine uyarlanmış bir içerik de taşımamaktadır. Kentlerimiz yalnızca aşırı riskli değil, aynı zamanda çirkin ve niteliksiz, adaletsiz; denetim boşlukları, kullanım ve yönetim yanlışları olan birimlerdir.
Risk azaltma hedefinin yegane aracı kentsel dönüşüm yöntemi olmadığı gibi, kentsel toplu yenileme girişimlerinin hizmet etmesi gereken yegane sorun da risk azaltma değildir.
Yasa, kentsel toplu yenileme konusunu 50 yıl öncesinin yap-sat mekanizmalarına dayanmaktadır. Bu amaçla ‘rezerv alan’ları kullanmakta, konuyu bir rant mühendisliğine indirgemektedir.
Kent planı bütünlüğü, kentsel standartlar, toplumsal gereksinmeler ve altyapı yükü ölçütleri yok edilmekte, bu konulardaki 20’yi aşkın mevcut temel düzenleme ve köklü yasa çiğnenmektedir.
Yasa, bağlayıcı hükümlerle donatılmak yerine, çok sayıda konuda kurala bağlanmaksızın muğlak bırakılmış ‘yapılabilir’likler tanımlamakta; farklı, ayrıcalıklı ve keyfi uygulamalar için zemin hazırlamaktadır. Toplumda kimi kesimleri yoksun bırakan ‘başkalaştırıcı’ süreçlere ve hakkaniyetten uzak sonuçlara yol açacaktır.
Yasa, katılımcılığı sağlamak yerine ceberrut yöntemler, karşı durulmaz yaptırımlar önermektedir. İdareyi saydamlıktan ve hesap vermekten uzak tutmaktadır. Uluslararası günümüz yönetimleri sürdürülebilirlik ilkeleri ile katılımlı düzenlemeler, karar ve davranışlar geliştirmekte iken, Türkiye’de toplum aşağılanmakta, yakın gelecekte büyük sorunlar yaratacak geri dönüşsüz uygulamalara başvurulmaktadır.
Yasa, kentsel niteliklerin geliştirilmesini, estetik değerlerin ve tasarım hünerlerinin işlemesini sağlayacak öneri ve güvenceleri içermemektedir.
Yasa, inşaat sektörüne bir yeni yaşam alanı açmak hedefini gözetmektedir. Çok büyük bir kentsel rant hacmine yönetim adına el koymak niyeti vardır.
Yerellik, yerinden yönetim, yetkileri yerele aktarmak ilkeleri tartışılırken, merkezi otorite ile bireyi karşı karşıya bırakan bir uygulamaya yönelinmektedir.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa (6306) fiziki riskleri azaltma olasılığı düşük, ancak toplumsal ve kültürel riskleri artırma olasılığı çok yüksektir.
Toplu Yenileme ve Kentsel Dönüşüm Çalışmaları Hakkında CHP Olarak Anlayışımızı Şu Cümlelerle Özetleyebiliriz:
Kentsel dönüşüm yapılacak alanlarda yaşayan toplulukların görüşlerinin alındığı, insanları evlerinden sürgün etmeyen, sosyal kültürel ve komşuluk ilişkilerini önemseyen, insanları borçlandırmayan, tek tip ve ucube apartmanlara mahkum etmeyen, ortaya çıkan değer fazlasını maliklerle paylaşan bir anlayıştır. Kentsel dönüşüm ve yenileme yalnız bina inşaatı değildir. O yeniden yapılandırmadır, canlandırmadır, iyileştirmedir, sağlıklaştırmadır ve korumadır. Herkes için güvenliktir.
Kentsel dönüşümün bize kolay ulaşım, park, yeşil alan ve temiz hava ve su olarak dönmesi gerekir. Onun içerisinde insan olmalıdır. Ülkede yalnızca inşaat sektörünü ayakta tutma ve “afet geliyor!” adına vatandaşın mülkiyet ve hak mağduru olmasına, fazladan borçlandırılmasına, sosyal yapılarının bozulmasına, oturdukları mahallerden tasfiye edilmelerine ve oluşacak değer artışının “hak etmeyenlere” aktarılmasına göz yumulamaz.
h.hınıslı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.