ONUNCU KÖY-BEKİR COŞKUN
Ormanın Son Şarkısı...
Yol boylarında gördüğüm tek ağaçlar bana yalnız insanları hatırlatıyor…
Yol sorar gibi sağa sola uzanmış dalları… Üzerine konan kuşla kısa bir gurbet sohbeti… Her esintide, kalkıp gidecekmiş gibi sonuçsuz hareketler…
Ama hep yalnız, hep hüzünlü…
*
Tel örgüler içindeki “hatıra ormanları” ise benim mültecilerimdir…
Zar zor getirilmiş, sorgusuz sualsiz tel örgülerin içine doldurulmuş… Belki bir vali-kaymakam, “Bundan böyle burası sizin evinizdir… Size bakmak görevimizdir…” diye konuşma yapmış ve dönmemek üzere çekip gitmiş…
Tel örgüler içinde, elinde tasla kumanya dağıtır gibi arada bir su veren o bekçi sadece…
Her gün solan, zayıflayan, hastalanan ve esarete dayanamayıp ölen esirlerin kampı…
“Hatıra ormanları…”
*
Dağların yamaçlarına yaslanmış ormanlara gelince; bence birer mutlu kabile sanki…
Derisinde yılların kırışıklıkları ile koca çınar reis… Genç ladinden savaşçıları, fingirdek güzel kızlar selvi boylu… Şişman gövdeli meşe kadınların diplerinde poposu açık gürbüz fide bebekler…
Sert estiğinde hep birlikte eğilmek ve karşı koyup hep birlikte doğrulmak rüzgâra karşı…
Meltemlerde bir ağızdan bir şarkı başlar ki…
Flütler ve yaylı sazlardan oluşan bir orkestra, belki bir milyon yıldır çalar, hiç bitmez o şarkı…
*
Ve bir gün…
Madenciler (İşte; Kaz Dağları’nda, Sorgun’da, Beykoz’da, Karadeniz vadilerinde olan budur) ağır silahlarla saldırdığında mutlu kabileye… Dozerlerin, kepçelerin, greyderlerin keskin bıçakları ile ön saflardakiler yere devrildiğinde…
Çığlık çığlığadır orman…
Başı sarı miğferli, turuncu üniformalı yağmacılar, makinelerin arkasından koşarak kızları-delikanlıları devirip, fide bebekleri çiğneyip, her şeyi kılıçtan geçirip geri çekildiklerinde…
Orası sadece ceset gövdelerinin yan yana, üst üste yığıldığı biraz önceki bir savaş alanıdır…
Savunmasız orman kaybetmiştir…
Orkestra bir daha asla çalmaz…
Milyon yıllık şarkı susmuştur…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.