KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇÖZÜM OLABİLECEK Mİ?
Okan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Kahriman KENTSEL DÖNÜŞÜM POLİTİKASI hakkında bir basın açıklaması yaptı.
İşte o açıklama:
Marmara ve Van depremi başta olmak üzere son on beş yılda meydana gelen depremlerin, ülkemizin deprem coğrafyasında bulunduğu gerçeğini net bir şekilde ortaya koymasına rağmen, ihmal edilmiş bir konu olan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa Tasarısının, bu günlerde Meclis gündemine taşınacak olması olumlu bir gelişmedir. Aslında Marmara depremi sonrası İstanbul’da afet riski, planlamanın temel konusu olarak kentsel dönüşüm yaklaşımlarını etkilemiş ve mevcut yapı stokunun tehlikelerinin tespiti ile gerekli tedbirlerin alınması amacıyla kentsel dönüşüm uygulamalarının pilot alanlarını belirleme çalışmaları başlatılmış ve ilk uygulaması da Zeytinburnu’nda gerçekleştirilmiştir. Bu alanların seçiminde, deprem açısından öncelikli riskli alanlardan olması, merkezi konumu ve sosyal doku özellikleri gibi kriterlerin esas alındığı ifade edilmiştir. 2000’li yıllardan beri, İstanbul’daki belediyeler, farklı kentsel dönüşüm deneyimleri yaşamışlardır. Bunların bir kısmı olumsuz toplumsal sonuçları da beraberinde getirmiştir.
Sulukule’de yaşanan kentsel dönüşüm sürecinin, bölgede yaşayan halkı gelenekselleşmiş yaşam alanlarından kopararak kentin çeperlerine savurması, gelecekte çeşitli ekonomik sosyal ve kültürel erozyonlara neden olacak bir gelişme olarak algılanmıştır. Maltepe Başıbüyük’te mahalle sakinlerinin sosyal yapısını dikkate almayan yaklaşım ise yerel seçimlerde siyasi sonuçlar üretmiştir.Kaçak yapı alalarının yoğun olduğu ilçeler arasında olan Sarıyer’de ise mahalle dernek ve platformlarının etkin çalışmaları, belediyeyi yerinde dönüşüm modeli arayışına yöneltmiş, halk katılımının önemsendiği yerinde dönüşüm projeleri, süreç içinde daha demokratik yaklaşımlar olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.
Bu gelişmeler ışığında daha katılımcı, daha sosyal boyutlu bir model olarak ifade edilebilecek olan Fikirtepe’de kentsel dönüşüm süreci farklı uygulamaları ile başlamıştır. Mülkiyet sahiplerinin bir araya gelerek, düzenli yapı adası oluşturmaları ve proje yüklenicisi adayı firmalarla uzlaşma yoluna gidecekleri, emsal ve yoğunluk değerlerinin bu koşulların sağlanması durumda arttırılacağı, dönüşüm modeli uygulanması esası getirilmiş olmakla birlikte, parsel sahipleri ile firmalar arasında yaşanan anlaşmazlıklar, yapı adalarında proje süreçlerini zorlaştırıcı yüksek rayiçlerle parsel alımları ve birlikte hareket etme güçlükleri gibi ilk izlenimler, kentsel dönüşüm süreçlerinde çözümsüzlüğe yol açacak gibi gözükmektedir. Bu nedenle kamu, kentsel dönüşüm sürecine yasa tasarısı ile daha etkin şekilde müdahil olacaksa, mülkiyet sahiplerinin gerek kendi aralarında, gerekse yüklenici firmalarla aralarında anlaşmazlığa yol açacak parçacı yaklaşımlar yerine, daha bütünsel dönüşüm stratejileri geliştirmelidir. Aksi halde, vatandaşlar arasında can ve mal güvenliklerini tehdit edecek çatışma ve bitmez tükenmez hukuki süreçlerin yaşanması kaçınılmazdır. Bu süreçler, projelerin atıl kalmasına ve sistemin sürdürülebilirliğini riske sokarak, bireysel ve ulusal kayıplara neden olabilir. Aynı zamanda kentsel dönüşüm uygulamalarında, yoğunluk arttırılması gibi imar planlama sisteminden farklı kararlar alınırsa, ulaşım ve altyapı sorunlarını içinden çıkılmaz bir hale getirecektir.
Örneklerde görüldüğü gibi, kentsel dönüşüm sürecinin yasal çerçevesi oluşturulurken, imar ve planlama sürecine ilişkin teknik içeriğin belirlenmesi, kentsel dönüşüm ve yenileme modellerinin tanımlanması gerekmektedir. Kentsel dönüşüm sürecinde gerçekleştirilecek imar planlamasında, kamu yararına ve planlama ilkelerine uyulmalıdır. Kentsel dönüşüm politikası, ülke genelinde geliştirilecek bir arazi kullanım ve arazi yönetimi ekseninde bir ulusal konsensüsle, afet yönetimini yanında, çevre yeşil alan ve doğa temelli bir model çerçevesinde şekillenmelidir. Alt yapısından afet yönetimine, çevre temizliğinden yenilenebilir enerji kaynaklarına kadar her alanda sürdürülebilirlik temel alınmalıdır.
Öte yandan; kentsel dönüşüm uygulamasının etkin olarak işleyebilmesi için ilgili yasaların her birinin tamamlayıcı nitelikte olması önem taşımaktadır. Tasarıda, Bakanlık ve TOKİ’nin imar yetkileri arttırılmaktadır. Planlama ve imar sürecinde demokratik katılımcılığın sağlanması, yerel yönetimlerin, kentin paydaşları ile birlikte planlama sürecinde etkin olmasını gerektirmektedir. Kentsel dönüşümün sosyal boyutu, toplumun yaşam kalitesini kamu yararı doğrultusunda geliştirmektir. Sosyal içeriğin, ekonomik, kültürel, yasal, yönetimsel, planlama, ulaşım, alt yapı ve tasarım boyutları ile dengelendiği model, kentsel gelişime yön vermektedir.
Tasarı ile İstanbul’da oldukça hız kazanmış kentsel dönüşüm sürecinin, kent estetiğinden uzak, tarihi kent dokularını da tehdit ederek devam edeceği, hatta orman alanlarının korunmasını bile zorlaştıracağı açıktır. Özellikle tasarıda yer alan, İmar, Kıyı ve Boğaziçi Kanunları ile ilgili ifadeler, İstanbul’un kimlik simgesi olan ve bozulma süreci yaşayan Boğaziçi Kıyı siluetini daha da olumsuz etkileyecektir. Bu da kentin yerel, tarihi ve kültürel değerlerinin kaybına neden olacaktır. Kentin gecekondu ve kaçak yapı alanlarında yaşanacak dönüşümün, bu alanlardaki konut yerleşimlerinin yüksekliklerinin arttırılması ile sağlanacağı düşünüldüğünde, İstanbul’da nüfus yoğunluğunu yaratacak bu sürecin planlama sistemini zorlayacağı, hatta kentin iklim yapısını etkileyeceği düşünülmektedir.
Yasa tasarısında çok büyük miktarlardaki yapıların, tahliye ve yıkım süreçlerine ilişkin bilgi bulunmaması da yeni sorunlar yaratacak gibi gözükmektedir. Yıkım işlemlerinde patlayıcı mühendisliği ilkelerinin uygulanması, enkazda arta kalan malzemenin geri dönüşüm işlemleri ile yeniden kullanıma sunulması gibi hususların da tasarıda yer bulması sağlanmalıdır.
İstanbul metropolünün plan kararları ve kentsel dönüşümü gibi konularda yetkilerin merkezi yönetimin elinde bulundurulması, yerel seçimlerde de eşitsizlik yaratacaktır. Aynı zamanda, büyükşehir ve ilçelerde kurulan, kentlilerin planlamadan, yaşam kalitesine, sağlıklı çevreden, engelliler için proje üretimine kadar çeşitli alanlarda söz hakkı bulunan kent konseylerinin faaliyetleri de bu süreçten etkilenecektir. Yerel yönetimlerin karar süreçleri sınırlandırılırken, kent konseyleri ve mahalle platformları gibi katılımcı girişimlerin, kentin dönüşüm sürecinde seslerini duyurabilmeleri güçleşecektir.
Sonuç olarak, İstanbul başta olmak üzere ülkenin tüm yerleşim birimlerinin deprem tehdidi altında olduğu ve konut stokunun teknik, yasal ve yönetsel açıdan yeniden ele alınması gerektiği bir gerçek olmakla birlikte sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda arazi kullanımı ve yönetim modeli ekseninde hazırlanmadığı anlaşılan, söz konusu yasa tasarısı tam bir çözüm niteliği taşımamaktadır. Şu bir gerçektir ki, halkı yanına almayan, üst kararlarla çözüm üretilmesine dayalı kentsel planlama anlayışı geride kalmıştır. Katılımcı planlamanın geliştiği günümüzde, söz konusu tasarıda afet tehditlerini araçsallaştırmayacak, yaratılacak katma değerin toplum yararına kullanımını öngören, dar gelirli mülkiyet sahipleri için uygun finansal destek modelleri de sunabilecek değişiklikler yapılmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.