'Çantanı değil, seni elliyorum'
Yayınlanma:
Radikal Hayat'ın kadınları, bu ülkede kadın olmanın zorluklarını anlattı
Bir ‘Aylak Adam’ olamadım
BERRİN KARAKAŞ
Yedi yaşında kaleciliğe heves etmiş ve kolunu kırmış bir kız çocuğu olarak ilk doktor salladı işaret parmağını; “Erkek mi sandın kendini! Yoksa ameliyat mı edelim seni?” diye sordu. Sustum. Doktor çıkışı bir de annem azarlayıp “Niye cevap vermedin adama!” dedi. Sustum. Doktorun ne demek istediğini anlamakla geçti ömrüm bu yaşıma kadar.
Hadi fiziksel güç gerektirir futbol erkek oyunuydu, oynayanlar ‘Erkek Fatma’ olurdu da, bence tam tersini gerektirir şiir neden onların oyunları olsundu? şiirin bile erkek işi görüldüğü bir hayatta korkmadan el uzatamaz oldum hayata. Defteri cebe atıp iki satır yazarım diye gittiğim her yalnız kıyıda, ‘Bakış Kuşu’nu uçurmaya dalıverdiğim her tekinsiz sokakta, hep gölgeler oldu arkamda, yanımda yöremde meraklı gözler. Kadın başıma bir ‘Aylak Adam’ olamadım. Ve biliyorum ki kadın başıma bir ‘Aylak Adam’ da yazamayacağım ‘huzurla’.
‘Çantanı değil seni elliyorum’
NAZAN ÖZCAN
Kadın arkadaşım işten atılmış. Saat 23.00 suları, Taksim meydanında yürüyoruz. Bir an çantama bir şey dokunduğunu hissediyorum, arkama dönünce bir adamın elini çantamın içinde görüyorum. Sinirle “Sen ne yapıyorsun?” diye eline yapışıyorum. Adam arsız. “Ne yapıyormuşum?” diyor. “Çantama dokunuyorsun” diyorum. Vıcık vıcık bir ifadeyle “Ben çantanı değil, seni elliyorum” diyor! Marifet ya, hırsız değilim tacizciyim diyor. “Allah belanı versin” diye bağırıyorum. Yüzüme salyalı suratıyla bakıp “Sus be or..pu!” diyor! Ortalık karışıyor, bağırışlar çağırışlar! Adam koşarak kayboluyor. Tir tir titriyorum, sinirimden ağlıyorum, şöyle suratına bir tane indiremediğim için nasıl kızgınım kendime. “Hem or..pu olsam sana ne, sen tacizcisin pislik” diyemediğim için kızgınım. Arkadaşlarım beni eve bırakacak. Önümüzde iki kadın yürüyor. Tedirginliğim had safhada. Yanımızdan bir adam geçiyor ve kızlardan birinin çantasından çekip yere düşürüyor. Yerde boğuşuyorlar. Dizlerimin bağı çözülmüş artık. Etraftan birileri geliyor, hepsi erkek. Korkuyoruz, acaba saldıran adamın arkadaşları mı, kızlardan birisinin bacağı kanıyor. Bunların hepsi bir saat içinde oluyor, vakayı adiyeden yani! Eve girince şarlıyorum: “O aşağılık sürüngen, nasıl bir akla sahip ki hırsızlığı değil de tacizciliği daha ‘normal’ sayıyor? Nasıl bir akıl ki tacizi kendine hak görüyor?” Kayıtlara geçsin: Dekoltem de yoktu!
Ayşecik filmlerindeki mahalle
ELİF EKİNCİ
Ailemden ayrılıp İstanbul’a taşındığımdan beri aynı mahallede oturuyorum. ıki genç kadınla beraber. Mahalleliyle Ayşecik, Ömercik filmlerinin mahalleli muhabbeti tadında bir ilişkimiz var. Bakkal, manav, eczane... Her sabah ‘günaydın’laşıp her akşam ‘iyi akşamlar’ diliyoruz birbirimize. Taşımakta zorlandığım ağır poşetler elimden alınıyor hemen, kapıya kadar taşınıyor. Ay sonuysa manav neredeyse verdiğim parayı almayacak, öylesi bir şefkat. Eve tesisatçı mı lazım? Bakkal Serkan hemen bağlantılarını devreye sokuyor, hoop halloluyor iş. Ama ağız birliği etmiş gibi, hepsinin birden çok bozuldukları bir şey var: Yanımda bir erkek görmek! Henüz yanımda bir erkek varken ‘günaydın’laşamadık mesela. Ya da ‘iyi akşamlar’ dileyemedik birbirimize. Göz göze bile gelemedik hatta hiçbiriyle. Bir gün mutlaka denk gelecek gözlerimiz diye bekliyorum sabırla.
Bir yerden bir yere gidemiyorum
ELİF TÜRKÖLMEZ
Sırt çantamı alıp dünyanın bilmem neresine gitmekten söz etmiyorum. Ondan zaten geçtim. Çünkü öyle kafama göre kasabanın ıssızını, bütçeme göre otelin ucuzunu seçemem. Oldu ki seçtim. Tecavüze uğrasam, ‘dizini kırıp otursaydı’dan, ‘güvenli bir otel seçseydi’ye saydırır dururlar arkamdan. O halde, tek başına bir kadın çantasını alıp nereye kadar gidebilir? Mesela Taksim’e kadar mı? Zor! Bu şehirde toplu taşıma araçları kadınları sevmiyor. Hele geceyse, makyajın akmışsa, içmişsen… Bu şehir bana dışarı çıkarken topuklularımı çantama koymayı, parfümümü gideceğim yere varınca sıkmayı öğretti. Bu ülke beni, en sevdiğim şey olan ‘tek başıma seyahat’ten mahrum bıraktı, bu dünya beni ‘ev’e mahkum etti. Beş santim topuk, bir fıs parfüm yüzünden tacize uğradım. Artık boş sokaklardan, dolu otobüslerden, gündüz dolmuşlardan, gece taksilerden korkuyorum. Yani ben bu dünyada hiçbir zaman huzur içinde ‘bir yerden bir yere gidemiyorum.’
Asık suratlılığın erdemi
CEREN ŞEHiRLiOĞLU
Eskiden yaşadığım evde ev sahibim üst katımda oturuyordu. ıri yarı Rizeli bir hanımefendi... Çok da meraklı. Kapının önündeki çöpten insan tahlili yapar, eve kim girdi çıktı büyük bir dikkatle izlerdi. Çözemediği şeyleri de mutlaka yakaladığında sorardı. Ama benimle asla kira, apartman aidatı,
kombi bakımı gibi konulara girmiyordu. Bunu kendinin de değil, eşinin yapması gerektiğini, onun da benimle değil evdeki bir erkekle konuşmasının doğru olduğuna inanıyordu. Kendisi heybetli bir kadın olmasına rağmen, tüm kadınların zavallı, çaresiz, yarım akıllı yaratıklar olduğuna emindi.
Ama bu kadar ‘yarım akıllı’ olmamıza rağmen nedense sürekli bir fettanlık peşindeyizdir. Kahkaha atmanın şuhluk kabul edildiği tek yer benim Rizeli ev sahibimin salonu değil. Meyhane, kafe, sinema, toplu taşıma araçları, sokak asık suratlı kadınlarla dolu. Kimse bize öyle olmamızı söylemiyor ama notere belge onaylatmaya gidip veznedara gülümsemenin ‘yanlış anlaşılabileceğini’ benim aklıma sokan gizemli birileri var.
Mutsuzluğun, muhtaçlığın, ‘ben bilmem’lerin standardı belirlediği bir dünyada yaşadığımı her gün ufacık anlarda tekrar tekrar hissediyorum.
Çantamdaki plastik düdük
PINAR ÖĞÜNÇ
Öyle çok ‘erkek’ bir ailede büyümedim. Hatta aradaki yaş farkının azlığından dolayı birlikte büyüdüğümüzü hissettiğim annemle, babamla hep birlikte ‘feminist’ olmuşuz gibi gelir, onlar belki farkında değildir. Tek başıma kurduğum hayata da bana erkeklik taslayacak biri girmemiştir.
Ama sokak başka bir şey… Ben çantamda düdük taşırım; bildiğiniz plastik çocuk düdüğü… Bunun bir faydası eylemlerde işe yaramasıdır; her an hazırlıklı olmak gerekir. Ama asıl hazırlık, erkeklere mahsus kılınan geceler ve tenha sokaklar içindir. ınanın işe yarar.
Madem yeri, tacize de uğradım; mesut bir hayatları olmasın isterim o adamların. Gazeteciliğe dair konuşalım. ‘Seksi’ haberler, ‘Sayfa bire kadın var mı’lar, toplantı masasında kalmasının erdem sayıldığı kimi düşük erkek muhabbetleri içinde var olmalı mı?
Bunun alternatifi o masayı toptan bırakmaksa, evet. Kadınların 23 Nisan misali, o da yeni yeni, 8 Mart’larda hatırlanmasına, bu güne mahsus spa, nemlendirici, çelik tencere seti ve tek taş yüzük bültenlerine, şık hassasiyet kampanyalarına o masada gülmek daha etkili…
Kadınım yahu ben!
ÖZLEM KARAHAN
Yıllar önce, üniversite zamanlarım… Tenha bir yolda yürüyorum. Birden bisikletiyle yanıma gelen bir adamın kalçama değen eliyle irkiliyorum. Bisikleti tekmeliyorum ve adam yere yuvarlanıyor. Donup kalıyorum.
O adam o birkaç saniye içinde bisikletini kapıyor ve gözlerimin tam içine cesaret dolu bakışlarını fırlatarak yoluna devam ediyor. O tacizi değil ama o bakışı unutmadım, o bakışın aynısını her görüşümde o günü hatırladım. ‘Kadınlar için’ geç olan bir saatte toplu taşıma aracına binmişsem, yanımda erkekle sigara içerek yürümüşsem, ‘Evlenmeyi düşünmüyorum’ demişsem, kadına karşı her türlü şiddet için sokaklara çıkmışsam, hele de sadece ‘Kadınım yahu ben!’ demişsem… O, bizi her gün öldüren anlayışın bakışı.... Bir günlük ‘törenlerle’ unutulmaz ki bu ülkede kadın olduğumuz için hâlâ ödemekte olduğumuz bedeller…
Kaburga kemiğinden yapılan kadınlar
BURCU AKTAŞ
2000’li yılların başı... Sosyal Antropoloji Bölümü’nden mezun olmak için saha çalışması yapıyoruz. ıki kişiyiz, iki kadın. Adapazarı’nın hane sayısı bir hayli kalabalık bir köyünü sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan inceliyoruz. En çok yadırgandığımız yerler il ve ilçedeki birtakım makamlar. Sayısal veriler toplamak zorunda olduğumuz için belediye koridorlarında cirit atıyoruz. Kiminle görüşsek ciddiye alınmıyoruz. Herkes ya “iki kadın ne işiniz var buralarda” der gibi bakıyor ya da diyor. Bilimsel bir çalışma yaptığınız için de öyle herkesle kavga edip dalaşma imkânınız yok. Yapacağımız her fevrilik çalışmamızı etkileyecek. Az da değil iki sene boyunca aynı ilçe ve köyde çalıştık. Kızardık, bozardık, öfkelendik, küçük görüldük. Yaşadıklarımızı not ettik. Tezi yazarken gereken çerçeve içinde kullandık. Kadın başımıza, eksik eteğimizle, o yaşa kadar evlenmeyip evde kalmışlığımızla, böyle boş işlerin peşinde koştuğumuz için aptallığımızla tez sahamızda iki sene arz-ı endam ettik. Böyle görüldük... Mülakat yapmak istediğimiz hane başkanının bizzat kendisi tarafından evinden bastonla kovulduk. Arkamızdan bağırıyordu: “Siz benim kaburga kemiğimden yapıldınız, nasıl böyle karşıma çıkarsınız.” Köy ya da şehir ne fark eder... Gazeteci oldum, medya binalarının o soğuk belediye koridorlarından farkı olmadığını gördüm. ‘Kaburga kemiği’ sendromu buralarda yok mu zannediyorsunuz!
Diri memeler aşkına!
BAHAR ÇUHADAR
Bu işlerde bir tuhaflık olduğunu fark ettiğimde yedi, sekiz yaşlarında var ya da yoktum. Spesifik bir olay değil hatırladığım, daha çok sürekli tekrarlanan sahneler. Bana alınan kırmızılar, pembeler, erkek kardeşimin mavileri. Akşam yemeğini her gün, işten soluk soluğa gelen annemin hazırlamak zorunda olması. Babamın ve erkek kardeşimin sandalyelerini yerine bile itmeden, masayı bıraktığı gibi kalkmaları. Benim evin kızı olarak masayı toplamaya yardım etmekle yükümlü olmam. ‘Evin kızı’, ‘Kız gibisi yok’, ‘Hamarat kızım’, ‘Evlenince anlarsın’, ‘Kocana da mı böyle diycen?’, ‘Yemek yapmayı öğren artık’, ‘Çocuk olunca napcan?’, ‘Önünü kapasan biraz?’ Çocukluk, gençlik yılları boyunca birbirini tekrar eden binlerce cümle. Komşudan, akrabadan, öğretmenden, amcalardan, teyzelerden; hem erkeklerden, hem kadınlardan. Büyüyüp, okuyup ‘adam oldum’ da ne mi oldu? Altı yıldır süren gazetecilik mesaimde öğrendim; ‘kadın’ ve ‘seks’ satarmış. Her gün ‘güzel, seksi kadın’ arıyoruz haldır haldır. Uzunca bir zaman kendi ellerimle bulduğum diri memeler, sıkı popolar aşkına kadınlar günümüz kutlu olsun!
BERRİN KARAKAŞ
Yedi yaşında kaleciliğe heves etmiş ve kolunu kırmış bir kız çocuğu olarak ilk doktor salladı işaret parmağını; “Erkek mi sandın kendini! Yoksa ameliyat mı edelim seni?” diye sordu. Sustum. Doktor çıkışı bir de annem azarlayıp “Niye cevap vermedin adama!” dedi. Sustum. Doktorun ne demek istediğini anlamakla geçti ömrüm bu yaşıma kadar.
Hadi fiziksel güç gerektirir futbol erkek oyunuydu, oynayanlar ‘Erkek Fatma’ olurdu da, bence tam tersini gerektirir şiir neden onların oyunları olsundu? şiirin bile erkek işi görüldüğü bir hayatta korkmadan el uzatamaz oldum hayata. Defteri cebe atıp iki satır yazarım diye gittiğim her yalnız kıyıda, ‘Bakış Kuşu’nu uçurmaya dalıverdiğim her tekinsiz sokakta, hep gölgeler oldu arkamda, yanımda yöremde meraklı gözler. Kadın başıma bir ‘Aylak Adam’ olamadım. Ve biliyorum ki kadın başıma bir ‘Aylak Adam’ da yazamayacağım ‘huzurla’.
‘Çantanı değil seni elliyorum’
NAZAN ÖZCAN
Kadın arkadaşım işten atılmış. Saat 23.00 suları, Taksim meydanında yürüyoruz. Bir an çantama bir şey dokunduğunu hissediyorum, arkama dönünce bir adamın elini çantamın içinde görüyorum. Sinirle “Sen ne yapıyorsun?” diye eline yapışıyorum. Adam arsız. “Ne yapıyormuşum?” diyor. “Çantama dokunuyorsun” diyorum. Vıcık vıcık bir ifadeyle “Ben çantanı değil, seni elliyorum” diyor! Marifet ya, hırsız değilim tacizciyim diyor. “Allah belanı versin” diye bağırıyorum. Yüzüme salyalı suratıyla bakıp “Sus be or..pu!” diyor! Ortalık karışıyor, bağırışlar çağırışlar! Adam koşarak kayboluyor. Tir tir titriyorum, sinirimden ağlıyorum, şöyle suratına bir tane indiremediğim için nasıl kızgınım kendime. “Hem or..pu olsam sana ne, sen tacizcisin pislik” diyemediğim için kızgınım. Arkadaşlarım beni eve bırakacak. Önümüzde iki kadın yürüyor. Tedirginliğim had safhada. Yanımızdan bir adam geçiyor ve kızlardan birinin çantasından çekip yere düşürüyor. Yerde boğuşuyorlar. Dizlerimin bağı çözülmüş artık. Etraftan birileri geliyor, hepsi erkek. Korkuyoruz, acaba saldıran adamın arkadaşları mı, kızlardan birisinin bacağı kanıyor. Bunların hepsi bir saat içinde oluyor, vakayı adiyeden yani! Eve girince şarlıyorum: “O aşağılık sürüngen, nasıl bir akla sahip ki hırsızlığı değil de tacizciliği daha ‘normal’ sayıyor? Nasıl bir akıl ki tacizi kendine hak görüyor?” Kayıtlara geçsin: Dekoltem de yoktu!
Ayşecik filmlerindeki mahalle
ELİF EKİNCİ
Ailemden ayrılıp İstanbul’a taşındığımdan beri aynı mahallede oturuyorum. ıki genç kadınla beraber. Mahalleliyle Ayşecik, Ömercik filmlerinin mahalleli muhabbeti tadında bir ilişkimiz var. Bakkal, manav, eczane... Her sabah ‘günaydın’laşıp her akşam ‘iyi akşamlar’ diliyoruz birbirimize. Taşımakta zorlandığım ağır poşetler elimden alınıyor hemen, kapıya kadar taşınıyor. Ay sonuysa manav neredeyse verdiğim parayı almayacak, öylesi bir şefkat. Eve tesisatçı mı lazım? Bakkal Serkan hemen bağlantılarını devreye sokuyor, hoop halloluyor iş. Ama ağız birliği etmiş gibi, hepsinin birden çok bozuldukları bir şey var: Yanımda bir erkek görmek! Henüz yanımda bir erkek varken ‘günaydın’laşamadık mesela. Ya da ‘iyi akşamlar’ dileyemedik birbirimize. Göz göze bile gelemedik hatta hiçbiriyle. Bir gün mutlaka denk gelecek gözlerimiz diye bekliyorum sabırla.
Bir yerden bir yere gidemiyorum
ELİF TÜRKÖLMEZ
Sırt çantamı alıp dünyanın bilmem neresine gitmekten söz etmiyorum. Ondan zaten geçtim. Çünkü öyle kafama göre kasabanın ıssızını, bütçeme göre otelin ucuzunu seçemem. Oldu ki seçtim. Tecavüze uğrasam, ‘dizini kırıp otursaydı’dan, ‘güvenli bir otel seçseydi’ye saydırır dururlar arkamdan. O halde, tek başına bir kadın çantasını alıp nereye kadar gidebilir? Mesela Taksim’e kadar mı? Zor! Bu şehirde toplu taşıma araçları kadınları sevmiyor. Hele geceyse, makyajın akmışsa, içmişsen… Bu şehir bana dışarı çıkarken topuklularımı çantama koymayı, parfümümü gideceğim yere varınca sıkmayı öğretti. Bu ülke beni, en sevdiğim şey olan ‘tek başıma seyahat’ten mahrum bıraktı, bu dünya beni ‘ev’e mahkum etti. Beş santim topuk, bir fıs parfüm yüzünden tacize uğradım. Artık boş sokaklardan, dolu otobüslerden, gündüz dolmuşlardan, gece taksilerden korkuyorum. Yani ben bu dünyada hiçbir zaman huzur içinde ‘bir yerden bir yere gidemiyorum.’
Asık suratlılığın erdemi
CEREN ŞEHiRLiOĞLU
Eskiden yaşadığım evde ev sahibim üst katımda oturuyordu. ıri yarı Rizeli bir hanımefendi... Çok da meraklı. Kapının önündeki çöpten insan tahlili yapar, eve kim girdi çıktı büyük bir dikkatle izlerdi. Çözemediği şeyleri de mutlaka yakaladığında sorardı. Ama benimle asla kira, apartman aidatı,
kombi bakımı gibi konulara girmiyordu. Bunu kendinin de değil, eşinin yapması gerektiğini, onun da benimle değil evdeki bir erkekle konuşmasının doğru olduğuna inanıyordu. Kendisi heybetli bir kadın olmasına rağmen, tüm kadınların zavallı, çaresiz, yarım akıllı yaratıklar olduğuna emindi.
Ama bu kadar ‘yarım akıllı’ olmamıza rağmen nedense sürekli bir fettanlık peşindeyizdir. Kahkaha atmanın şuhluk kabul edildiği tek yer benim Rizeli ev sahibimin salonu değil. Meyhane, kafe, sinema, toplu taşıma araçları, sokak asık suratlı kadınlarla dolu. Kimse bize öyle olmamızı söylemiyor ama notere belge onaylatmaya gidip veznedara gülümsemenin ‘yanlış anlaşılabileceğini’ benim aklıma sokan gizemli birileri var.
Mutsuzluğun, muhtaçlığın, ‘ben bilmem’lerin standardı belirlediği bir dünyada yaşadığımı her gün ufacık anlarda tekrar tekrar hissediyorum.
Çantamdaki plastik düdük
PINAR ÖĞÜNÇ
Öyle çok ‘erkek’ bir ailede büyümedim. Hatta aradaki yaş farkının azlığından dolayı birlikte büyüdüğümüzü hissettiğim annemle, babamla hep birlikte ‘feminist’ olmuşuz gibi gelir, onlar belki farkında değildir. Tek başıma kurduğum hayata da bana erkeklik taslayacak biri girmemiştir.
Ama sokak başka bir şey… Ben çantamda düdük taşırım; bildiğiniz plastik çocuk düdüğü… Bunun bir faydası eylemlerde işe yaramasıdır; her an hazırlıklı olmak gerekir. Ama asıl hazırlık, erkeklere mahsus kılınan geceler ve tenha sokaklar içindir. ınanın işe yarar.
Madem yeri, tacize de uğradım; mesut bir hayatları olmasın isterim o adamların. Gazeteciliğe dair konuşalım. ‘Seksi’ haberler, ‘Sayfa bire kadın var mı’lar, toplantı masasında kalmasının erdem sayıldığı kimi düşük erkek muhabbetleri içinde var olmalı mı?
Bunun alternatifi o masayı toptan bırakmaksa, evet. Kadınların 23 Nisan misali, o da yeni yeni, 8 Mart’larda hatırlanmasına, bu güne mahsus spa, nemlendirici, çelik tencere seti ve tek taş yüzük bültenlerine, şık hassasiyet kampanyalarına o masada gülmek daha etkili…
Kadınım yahu ben!
ÖZLEM KARAHAN
Yıllar önce, üniversite zamanlarım… Tenha bir yolda yürüyorum. Birden bisikletiyle yanıma gelen bir adamın kalçama değen eliyle irkiliyorum. Bisikleti tekmeliyorum ve adam yere yuvarlanıyor. Donup kalıyorum.
O adam o birkaç saniye içinde bisikletini kapıyor ve gözlerimin tam içine cesaret dolu bakışlarını fırlatarak yoluna devam ediyor. O tacizi değil ama o bakışı unutmadım, o bakışın aynısını her görüşümde o günü hatırladım. ‘Kadınlar için’ geç olan bir saatte toplu taşıma aracına binmişsem, yanımda erkekle sigara içerek yürümüşsem, ‘Evlenmeyi düşünmüyorum’ demişsem, kadına karşı her türlü şiddet için sokaklara çıkmışsam, hele de sadece ‘Kadınım yahu ben!’ demişsem… O, bizi her gün öldüren anlayışın bakışı.... Bir günlük ‘törenlerle’ unutulmaz ki bu ülkede kadın olduğumuz için hâlâ ödemekte olduğumuz bedeller…
Kaburga kemiğinden yapılan kadınlar
BURCU AKTAŞ
2000’li yılların başı... Sosyal Antropoloji Bölümü’nden mezun olmak için saha çalışması yapıyoruz. ıki kişiyiz, iki kadın. Adapazarı’nın hane sayısı bir hayli kalabalık bir köyünü sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan inceliyoruz. En çok yadırgandığımız yerler il ve ilçedeki birtakım makamlar. Sayısal veriler toplamak zorunda olduğumuz için belediye koridorlarında cirit atıyoruz. Kiminle görüşsek ciddiye alınmıyoruz. Herkes ya “iki kadın ne işiniz var buralarda” der gibi bakıyor ya da diyor. Bilimsel bir çalışma yaptığınız için de öyle herkesle kavga edip dalaşma imkânınız yok. Yapacağımız her fevrilik çalışmamızı etkileyecek. Az da değil iki sene boyunca aynı ilçe ve köyde çalıştık. Kızardık, bozardık, öfkelendik, küçük görüldük. Yaşadıklarımızı not ettik. Tezi yazarken gereken çerçeve içinde kullandık. Kadın başımıza, eksik eteğimizle, o yaşa kadar evlenmeyip evde kalmışlığımızla, böyle boş işlerin peşinde koştuğumuz için aptallığımızla tez sahamızda iki sene arz-ı endam ettik. Böyle görüldük... Mülakat yapmak istediğimiz hane başkanının bizzat kendisi tarafından evinden bastonla kovulduk. Arkamızdan bağırıyordu: “Siz benim kaburga kemiğimden yapıldınız, nasıl böyle karşıma çıkarsınız.” Köy ya da şehir ne fark eder... Gazeteci oldum, medya binalarının o soğuk belediye koridorlarından farkı olmadığını gördüm. ‘Kaburga kemiği’ sendromu buralarda yok mu zannediyorsunuz!
Diri memeler aşkına!
BAHAR ÇUHADAR
Bu işlerde bir tuhaflık olduğunu fark ettiğimde yedi, sekiz yaşlarında var ya da yoktum. Spesifik bir olay değil hatırladığım, daha çok sürekli tekrarlanan sahneler. Bana alınan kırmızılar, pembeler, erkek kardeşimin mavileri. Akşam yemeğini her gün, işten soluk soluğa gelen annemin hazırlamak zorunda olması. Babamın ve erkek kardeşimin sandalyelerini yerine bile itmeden, masayı bıraktığı gibi kalkmaları. Benim evin kızı olarak masayı toplamaya yardım etmekle yükümlü olmam. ‘Evin kızı’, ‘Kız gibisi yok’, ‘Hamarat kızım’, ‘Evlenince anlarsın’, ‘Kocana da mı böyle diycen?’, ‘Yemek yapmayı öğren artık’, ‘Çocuk olunca napcan?’, ‘Önünü kapasan biraz?’ Çocukluk, gençlik yılları boyunca birbirini tekrar eden binlerce cümle. Komşudan, akrabadan, öğretmenden, amcalardan, teyzelerden; hem erkeklerden, hem kadınlardan. Büyüyüp, okuyup ‘adam oldum’ da ne mi oldu? Altı yıldır süren gazetecilik mesaimde öğrendim; ‘kadın’ ve ‘seks’ satarmış. Her gün ‘güzel, seksi kadın’ arıyoruz haldır haldır. Uzunca bir zaman kendi ellerimle bulduğum diri memeler, sıkı popolar aşkına kadınlar günümüz kutlu olsun!
İ̇stanbul
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.