Ramazan Baş
TÜRKÇENİN DOĞAL AKIŞINI BOZMAMALIYIZ
Yayınlanma:
Daha önceki yazılarımda, “Yaşlı”, “Sakat”, “Özürlü” ve “Engelli” konularında bir deha olduğundan söz ettiğim rahmetli Yüksek Mimar Şükrü Sürmen’in, zaman zaman öğretilerini sizlerle paylaşacağımı yazmıştım. Birçok yerde, herkes birbirine, bu sıfatların yanlış kullandığı savıyla, özellikle “Sakat” ve “Özürlü” kelimelerinin kullanılmasına tepki gösterir. Konunun tam anlaşılması açısından, Şükrü Ağabey’in bilimsel anlamdaki görüşlerini sizlere aktarmak istiyorum ;
“Günümüzde, bünyelerinde birtakım yetersizlikler ya da işlev kayıpları bulunan kimseleri anlatmak için “Özürlü”, “Sakat”, “Engelli” kelimeleri kullanılıyor. Ben, “Engelli” kelimesinin bu insanları anlatmak için kullanılmasını dil mantığımıza aykırı buluyorum. Her şeyden önce, engel bünyenin dışındaki bir hâdise. Yani engel asıl varlığın dışındaki başka bir olgu. Engel varlığın kendisine bir baskı ya da müdahale uyguluyor, ama varlığın kendisinin durumunu buradan çıkaramıyoruz. Meselâ, görme engelleniyorsa, bu akla bir duvarın ya da perdenin varlığını getirir. Ama göz sağlamdır. Görme engelli, bir duvarın arkasını göremeyen kişidir. Bir bedende herhangi bir sebeple bir sakatlık ve özürlülük durumu oluşabilir.
Tümör, darbe ya da kaza sonucu beyinde bir hasar meydana gelince hareket organlarında bir felç ortaya çıkabilir. Bu bir sakatlıktır. Ama bunun doğal sonucu engellilik değildir. Kişi ancak belli anlarda bu sakatlıktan dolayı engellilik durumu yaşayabilir. Kambur da bir özürlüdür, doğuştan bünyesinde ortalama insan anatomisinden farklı bir durum ortaya çıkmıştır. Ama, o belki çok da sağlıklı ve hareketlidir; hiçbir şekilde engelli değildir. Kambura sakat demek de o kadar doğru değil. Ya da meselâ, kör dediğimizde tam bir duyu kaybını anlıyoruz. “Görme özürlü” ise görme duyusunda tam ya da kısmî kayıp bulunan kişidir. “Görme engelli” ise başına çuval geçirilmiş bir insandır.
Tümör, darbe ya da kaza sonucu beyinde bir hasar meydana gelince hareket organlarında bir felç ortaya çıkabilir. Bu bir sakatlıktır. Ama bunun doğal sonucu engellilik değildir. Kişi ancak belli anlarda bu sakatlıktan dolayı engellilik durumu yaşayabilir. Kambur da bir özürlüdür, doğuştan bünyesinde ortalama insan anatomisinden farklı bir durum ortaya çıkmıştır. Ama, o belki çok da sağlıklı ve hareketlidir; hiçbir şekilde engelli değildir. Kambura sakat demek de o kadar doğru değil. Ya da meselâ, kör dediğimizde tam bir duyu kaybını anlıyoruz. “Görme özürlü” ise görme duyusunda tam ya da kısmî kayıp bulunan kişidir. “Görme engelli” ise başına çuval geçirilmiş bir insandır.
Ben bu satırları yazarken oturma pozisyonundayım ve özgürce yazıyorum. Yani hiçbir şekilde “Engelli” değilim, ama bünyemdeki sakatlık hep benimle. Şu anda yazı yazıyorum, sakatım ama engelli değilim. Evimde de engellenmeden dolaşabiliyorum. Yani evimde de engelli değilim. Oysa bir insana “Engelli” dendiği zaman onun mutlak, sürekli ve aralıksız olarak dışlanmış ve kısıtlanmış olması gerekir. Böyle bir varlık dünyada mevcut değildir. Bir varlık ancak belli bazı anlarda ve durumlarda engelli olabilir. Şöyle bir cümle de çok saçmadır : “Engelliyi engelleme!”. Çünkü “Engelli” hakkında karar verilmiş, işi bitmiş, defteri dürülmüş bir kişidir. Ama, “Sakatı, özürlüyü engelleme!” denilebilir. Bu, birtakım şehirsel çevre ve toplum yapılanması şartlarının oluşturulması hâlinde, bu insanların da bağımsız ve engellenmeden yaşayabileceklerine ilişkin bir ifadedir ve mantıklıdır.
Sakatlık daha çok hareket organlarındaki bir eksiklik, hasar veya fonksiyon kaybıdır. “Belim sakat” tam bir Türkçedir. Şu cümlede de yalnızca sakat kelimesi kullanılabilir : “Bir trafik kazası sonucunda sakat kaldı.”. Özürlülük ise daha geniş bir anlam çerçevesi olarak da kullanılabilir. Daha çok da duyu organlarındaki hasar, noksan veya işlev yoksunluklarına işaret eder. “İşitme özürlü”, “Görme özürlü”, “Zihinsel özürlü” mantıklı ifadelerdir. Burada da sakat kelimesi o kadar doğal gelmiyor.
Özürlü, sakat, felçli, kör, sağır dediğimiz zaman nesnel bir değerlendirme yapmış oluruz. Yani burada hepimiz aynı insanlık durumunu, aynı hayat gerçeğini, aynı tabloyu aklımıza getirmekteyizdir. “Engelli” dediğimizde ise bir yorumda, kötümser bir yorumda bulunmuş oluyoruz. Gelişmiş bir toplumda özürlü ve sakat insanlar yine bulunacaktır ama elde edilmiş olan ideal şehirsel ve mimarî çevre şartlarının sonucunda bunlar engelli olarak yaşamayacaklardır. Özürlüler ve sakatlar yalnız her mekâna, yere ve inşa edilmiş çevreye değil, bütün toplumsal konum ve katmanlara da engellenmeden girebileceklerdir. Demek ki, bir insanın engelli oluşu geçici bir durumdur. İnsanüstü bir gücün, bilinçli bir şekilde, insanı “engelli” durumda bırakması ise, felsefi olarak, yaratılışın yapısına ve güzelliğine, evrenin anlamına aykırıdır.
Türk dilinde; sakat, sakatlanmak, sakatlık, kör, sağır, dilsiz, kötürüm, felçli, âmâ, topal, çolak, özürlü gibi bir insanın fiziksel durumu ile ilgili pek çok kelime vardır ve bunların kullanılmamaları ya da dilden atılmaları söz konusu olamaz. Öte yandan, bir insanın fiziksel ya da bedensel durumunu anlatan bir ifade, onun insan olarak değeriyle yakından uzaktan ilgili değildir. “Engelli” kelimesi ise bir insan için kısıtlı bir dünya erişimi, dışlanmışlık, genişletilemeyen yetenekler ve basit çerçevelere indirgenmiş bir hayat tablosunu çağrıştırdığından ve bir kadere isyan rengi taşıdığından küçültücü sayılabilir.”
Yukarıdaki açıklamalara göre konunun yeterince anlaşıldığını düşünüyorum; ancak Şükrü Ağabey’den af dileyerek, ne yazık ki Başbakan’ın da tesciliyle artık Türk toplumu herkesi “Engelli” olarak nitelendiriyor. Bense birçok yerde açıkladığım gibi bizlere “Şeftali”, “Armut” vs. ne isterseniz diyebilirsiniz. Söz veriyoruz; hiçbir alınganlık göstermeyeceğiz. Yeter ki şu engelleri kaldırın ortadan!
Engelsiz bir yaşam dileğiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.